Türkiye’de kadına karşı şiddet Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi “alçaklık” değil, düpedüz “ilkelliktir.” “Alçaklık” sadece alçağı bağlar. “İlkellik” ise toplumun tümünü ilgilendirir.
Türk toplumu olarak kadın hakları konusunda “hastalıklıyız.” Millet olarak utanmamız gereken şeylerin başında kadınlarımıza yapılan zulüm ve çektirilen acılar geliyor.
Bu arada, Erdoğan’ın yaptığı gibi, “rakamları abartıyor” diye medyayı bu konuda suçlamak da sorumluluğu başka yere atma çabasından başka bir şey değil.
İlgili kuruluş, örgüt ve derneklerin bulguları ülkemizde kadınlarla genç kızlara karşı şiddetin azalmadığını, katlanarak arttığını gösteriyor. Bunun kültürel olduğu kadar sosyolojik nedenleri var.
Toplumlar kentleştikçe kadınlara özgürlük kapısı da açılır. Bizimki gibi, muhafazakâr olmasının yanı sıra, cehaletin kol gezdiği “testosteron” yüklü “maço” bir toplumda erkeklerin bunu hazmetmeleri kolay değil. Nitekim sonuç fazlasıyla ortada.
Bu kez Mersin’de 19 yaşında gencecik bir kızın hayatı söndürüldü. Suçu sevdiği erkekle kaçmakmış. “Aile kararı” ile erkek kardeşi tarafından boğazı kesildikten sonra 40 kez bıçaklanıp bırakılmış. Neredeyse her gün yurdun bir tarafından bu tür haberler geliyor.
Dekolteyle tahrik olmak...
Öte yandan, Selçuk Üniversitesi ilahiyatçılarından “Prof. Dr.” Orhan Çeker’in yansıttığı ilkelliğin kendisine has olduğu da sanılmasın. Türkiye’de, tecavüz ve cinsel saldırıya uğrayan kadınların “dekolteleriyle saldırganları tahrik ettiklerine” şu veya bu şekilde inanan sadece o değil.
Zaten Çeker’e erkeklerden çok kadınların tepki göstermesi de manidardı. “Sen ve senin gibiler tahrik olabilirler, ama ben çıplak ten gördüğüm an tahrik olup saldırıya geçen iradesiz ve kontrolsüz bir hayvan değilim” diyebilen fazla erkek çıkmadı açıkçası. Çeker’in en az kadınlar kadar erkeklere de hakaret ettiğini anlayamadık.
Hukuk sistemimize kadar sirayet etmiş olan bu “erkek-merkezli” kültür ve anlayış sürdükçe, ister boşanmak isteyen kadınların öldürülmesi, isterse namus ve töre adına gencecik kızların katledilmesi olsun, bu cinayetler sona ermeyecektir.
Türkiye’de olur anlayışı...
Nitekim 19 yaşında bir kızın erkek kardeşi tarafından, üstelik ailesinin oluru ile, boğazı kesilip 40 kez bıçaklanarak öldürülmesine toplumda “vaka-i adiye” olarak bakıldı. Ne yazık ki, “Burası Türkiye bunlar olur” anlayışı hâkim. Peki ne yapılabilir?
Sadece töre cinayeti konusuna bakarsak Danimarka 2006’da güzel bir emsal yarattı. Kopenhag yakınlarına yaşayan Pakistanlı bir anne baba, istediği erkekle evlenen 18 yaşlarındaki kızlarını “aile meclisi kararıyla” oğullarına öldürttü.
“Töre oyununu” çözen Danimarka polisi ise, anne dahil kızın tüm ailesini gözaltına aldı. Bunlara cinayete şu veya bu şekilde yardımcı olan akrabalar da dahildi. Hâkim ise anneyi, babayı ve oğlu ömür boyu hapse mahkûm etti.
Hâkim ayrıca, Danimarka yasalarıyla bu cezanın 16 yıla ineceğini bildiği için, caydırıcılığı arttırmak amacıyla ceza süresinin sonunda bütün ailenin sınır dışı edilmesini emretti. Diğer akrabalar ise 8-16 yıl arasında değişen hapis cezası aldılar.
Kararın Danimarka’da bu tür ilkel cinayetlere kalkışacak olanlar üzerinde caydırıcı olduğu söyleniyor. Zira ailece uzun süre hapis yatma korkusu bir yana, işin içinde bir de geldikleri yere gönderilme korkusu var artık.
“İslam karşıtı” ve “ırkçı” diye gece gündüz Danimarka’yı suçlasalar da, o ülkeye geri kalmış ülkelerden gelenlerin çok azı geldikleri yere gönderilmek istiyor. Onun için kendilerine ters gelse de zorunlu olarak “uygar” olmayı öğreniyorlar. Türkiye için de caydırıcı olan bu tür yasal formüller gerekiyor.
Mersin’deki cinayet sonrasında tüm aile sorgulanıyormuş. Hâlâ aranan oğullarını bu işe teşvik ettikleri tespit edilirse, anne ve babanın da ağırlaştırılmış müebbet hapsine çarptırılmaları gerekiyor.
Kadınlara, genç kızlara dönük tüm suçlarda da aynı yasal kararlılığın sergilenmesi gerekiyor ki caydırıcı olsun. Aksi takdirde kadın ve kızlarımıza karşı bu ilkel zulmün sonu gelmeyecek.