Geçmişte kendisini çok eleştirmiş olsak da Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta “dünya sahnesinde” ortaya koyduğu performansı takdir etmek durumundayız. Hem Almanya’da, hem de G20 zirvesi için gittiği Cannes’da gördüğümüz Erdoğan, Batı’ya karşı hırçınlıktan arınmış küresel dengelere vakıf bir lider portresi çizdi.
Erdoğan’ın Almanya’daki performansı özellikle dikkat çekti zira geçmiş ziyaretlerinde sarf ettiği bazı sözlerin Almanlar arasında nasıl tepki yarattığını unutmuş değiliz. Bu ziyaretlerden birinde Türklere “entegrasyon” konusunda söyledikleri, “Almanlardan uzak durun, Almancayı öğrenmeyin ve Alman toplumuna sakın entegre olmayın” şeklinde algılanarak uzun süre eleştirilmişti.
“Entegrasyon” ile “asimilasyon” arasındaki önemli çizgiyi ortaya doğru bir şekilde koyamadığı için Erdoğan o sırada yanlış anlaşılmasına kendisi de katkıda bulunmuştu. Bu sefer bu hataya düşmeyerek “entegrasyon” konusunda Almanların da takdir ettikleri bir dil kullandı. O ülkedeki Türklere, köklerini unutmadan, iyi ve uyumlu birer Alman vatandaşı olmalarını telkin etti.
Yumuşatıcı espri
Bu gibi hassas konular tartışılırken her zaman “yumuşatıcı” olan “espri” unsurunu da gözeten Erdoğan, Almanları da Türk vatandaşı olmaya davet etti ki bu orada bulunan Başbakan Merkel’de bile hoş bir tebessümüne neden oldu.
Ortamın hem Erdoğan, hem ardından konuşan Merkel tarafından Mesut Özil esprileriyle daha da yumuşatılması ise olumlu atmosferi iyice yaydı. Erdoğan’ın Türk göçünün 50’nci yıldönümü törenleri için gittiği Almanya ziyareti böylece, geçmiş ziyaretlerden çok farklı bir şekilde geçti.
Burada bir parantez açarak Merkel’in, Erdoğan’dan sonra yaptığı konuşmada, Türklerin eğitimli olmalarının gereğine işaret ederek, “bu olmadan bu ülkede fazla bir şey başaramazsınız, ama okursanız her şey olabilirsiniz” şeklindeki mesajının hayati önemini de vurgulamak durumundayız. Burada, Almanya’ya yaptığımız sayısız ziyaret sırasında tanık olduğumuz sosyolojik bazı gerçeklere de işaret etmek gerekiyor.
Kimlik kaybı ve gerçek
Eğitimli Türkler genelde entegrasyon sıkıntısı çekmedikleri gibi, doğal entelektüel merakları nedeniyle Türk tarihi ve kültürünün derinlikleri hakkında, entegre olamamış ve kökleri hakkındaki bilgileri esas itibariyle “folklorik” olan eğitimsiz Türklere oranla çok daha ileri konumdalar. Bu da entegrasyonun “kimlik kaybı” getirdiğini yalanlayan bir gerçektir.
Erdoğan Türk göçünün 50’nci yıldönümü törenleri için gerçekleştirdiği ziyareti sırasında Almanya’daki PKK faaliyetleri hakkında sert mesajlar da verdi tabii. Aynı zamanda Başbakan Merkel’i, Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tutumu nedeniyle eleştirmekten de çekinmedi.
Fakat ziyareti sırasında sağlamayı başardığı “acı-tatlı dengesi”, bu mesajların olumsuz bir atmosfere neden olmasını engelledi. Aksine Merkel’i, en azından PKK konusunda, net ve Erdoğan’ı da memnun eden sözler sarf etmeye zorladı.
Erdoğan başarılı performansını, Almanya’dan G-20 zirvesi için geçtiği Cannes’da da sürdürdü. Orada verdiği mesajlarla da, zayıf konumdaki bir ülkenin ezik liderinden ziyade , küresel ekonomik fırtınayı birçok Batılı ülkeden daha iyi yöneten bir ülkenin özgüvenli lideri olarak karşımızda çıktı.
Popülizm güvenenler
Başbakan Erdoğan’ın popülist damarını artık bilmeyen kalmamıştır herhalde. Ancak popülizme güvenen liderlerin çoğu kez verdikleri sözlerden geri adım atmak durumunda kaldıkları da bir gerçek. Bunu Batıda da çok görüyoruz.
Erdoğan’ı gerçekten de dünya liderleri sınıfına yerleştirip tarihteki yerini hazırlayacak olan ise popülizm değildir. Bunu sağlayacak olan, küresel ve bölgesel dengeleri iyi kavrayıp Türkiye’nin böyle bir dünyadaki çıkarlarını, bölgesel barışa da katkıda bulunacak şekilde, kollaması olacaktır.
Mevcut küresel ve bölgesel dengeler Türkiye’ye, birçok AB ülkesini de geride bırakacak şekilde, ciddi bir kalkınma hamlesi yapma fırsatını sağlamıştır.
Bunu başarmak için yapılacak daha çok iş olsa da Erdoğan’ın dünya sahnesinde geçen hafta ortaya koyduğu performans umut vermiştir.