Ukrayna krizinin en güç durumda bıraktığı ülkelerin başında Türkiye geliyor desek her halde pek abartılı olmaz.
Son zamanlarda bir sıcak çatışma ve hatta daha geniş bir savaş endişesi yaratan bu krizde Ukrayna ile Rusya direkt olarak karşı karşıya geliyor. Ancak sorunun boyutları küresel çapta genişliyor ve Rusya ile ABD başta olmak üzere NATO’yu da ihtilafın içine çekiyor. Rakip taraflar arasındaki sürtüşme, karşılıklı tehditler ve askeri tatbikat gibi güç gösterilerle giderek tırmanıyor.
Krizin Türkiye’yi zor duruma bırakması coğrafi ve siyasi konumundan kaynaklanıyor. Ankara hem Ukrayna hem de Rusya ile iyi ilişkilerini ve iş birliğini sürdürmek istiyor. ABD’nin müttefiki ve NATO üyesi olmakla beraber, Rusya ile de bağlarını güçlendirmeye özen gösteriyor.
Türk diplomasisi bu çok yönlü, dengeli tutumunu korumayı ulusal çıkarlarının gereği sayıyor.
Bu politikayı Ukrayna krizi gibi sorunlar çıktığında yürütmek gerçekten çok güç: Bir yandan birbirleriyle çatışan taraflarla bozuşmadan ve mevcut ilişkilerinizi tehlikeye düşürmeden, sağduyunun gerektiği “ilkesel” pozisyonunuzu sürdüreceksiniz, diğer yandan da ulusal çıkarlarınıza uygun pragmatik bir tutum alacaksınız.
İp cambazlığı gibi
Bu bir nevi diplomatik ip cambazlığı demektir ki, Türkiye’nin bu alanda geçmişten bu yana oldukça başarılı bir sicili vardır. Şimdi de Ukrayna krizi böyle bir performans göstermek fırsatını yaratıyor.
Bu krizde şu ana kadar Türkiye’nin izlediği politikanın işte böyle bir çizgide ilerlediği görülüyor. Nitekim geçen cumartesi günü İstanbul’da gerçekleşen Erdoğan-Zelenskiy görüşmesinden sonra yapılan açıklamalar bunun işaretini yeterince veriyor.
Dürüst duruş
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna Başbakanı Zelenskiy ile görüşmesinin ve bu buluşma öncesinde Rusya Devlet Başkanı Putin ile telefon konuşmasının ardından yapılan açıklamaların ışığında, Türkiye’nin bu krizde aldığı tutum açıklık kazanmış bulunuyor.
“Aktif tarafsızlık” şeklinde nitelendirebileceğimiz bu tutumun anahtarları şöyledir:
1) Ankara bu krizde direkt taraf olmamakla ve sürtüşmeye bulaşmamaya özen göstermekle beraber, bazı temel hususlarda ilkesel tavrını ortaya koymaktan da çekinmiyor. Örneğin, “Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine destek” ifadesi bu açık ve cesur duruşu yansıtıyor. Rusların kulağına pek hoş gelmese de...
2) Türkiye bu krizin diplomasi yoluyla, müzakerelerle kontrol altına alınmasını, bu arada sahadan ateşkes halinin sürdürülmesini, provokasyonlara yer verilmemesini istiyor. Erdoğan’ın bu konuda yaptığı çağrının adresi Ukrayna, Rusya, ABD dâhil tüm taraflardır.
3) Türkiye Rusya’nın güç kullanarak ilhak ettiği Kırım’ın işgaline karşı çıkmakta ve özellikle bölgede yaşayan Tatarların durumunu yakından ve endişeyle izlemektedir. Onlara bunu açıkça ifade ettiği gibi, meseleyi uluslararası platforma taşımaya yönelik girişimlerde bulunmaktadır.
4) Türkiye Karadeniz’in barış ve istikrar kavgası olması konusunda çok hassastır. Bu bölgede güç gösterilerine ve istikrarı bozacak hareketlerin yapılanmasına karşıdır. Bu bağlamda Boğazlarla ilgili Montrö Antlaşması’nın gereklerini titizlikle korumaya kararlıdır. Bu da ABD’ye ve NATO’ya bir mesajdır.
Aracı rolü
Kısacası, Türkiye hassas dengeleri gözetleyerek, bu krizin çözümlenmesi için diplomatik çabalarını sürdürmek niyetindedir. Bu yönde şimdiden yaptığı çağrılar ve tavsiyelerle bir nevi aracılık rolünü üstleneceğini göstermektedir.
Bu da çok ilginç bir husus: Dış güçlerin her fırsatta (örneğin Doğu Akdeniz krizinde) Türkiye’ye tekrarladığı tavsiyeleri veya nasihatleri şimdi Türkiye “diplomasi, müzakere, barış” gibi sözcükler ve benzer ifadelerle onlara yöneltiyor!
Bakalım onlar bu makul sesi ne kadar dinleyecekler…