Doğu Akdeniz-Ege krizinde bunca askeri güç gösterisinden ve “harbi retorik”ten sonra, gerilimi düşürmeye ve diyaloğu başlatmaya yönelik bazı resmi açıklamaların yapılması umut verici bir gelişme...
Bu “çatışma saha”sından “görüşme masası”na geçiş sürecine gelinebileceğine dair ilk olumlu işaret...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin krizi diplomasiyle çözmeye hazır olduğunu açıklamasından sonra Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un aynı yönde, üstelik Türkçe yazılmış bir tweet ile karşılık vermesi, bu arada Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın diyalog için temasların ileri bir noktaya geldiğini ve “istikşafi görüşmeler”in yakında başlayabileceğini belirtmesi, sınırlı da olsa, bir iyimserlik yaratmış bulunuyor.
Buna Türkiye’nin sahadaki tansiyonu düşürmek için, “Oruç Reis” sismik araştırma gemisini Antalya’ya “bakım amacıyla” çekmesini de eklemek gerek. Bunun asıl amacının, Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle, “diplomasi alanını açmak” olduğu ortada. Yani bunu Ankara’nın bir “geri adım” olarak değil, diyaloğu teşvik etmek için yaptığı bir “iyi niyet jesti” olarak görmek gerek. Yunanistan’ın ve onun arkasında duran Fransa’nın da bu jesti böyle değerlendirmesi beklenir...
Kritik hafta
Söylemde görülen değişikliğin tam da Avrupa Birliği’nin bu hafta Brüksel’de yapacağı Zirve toplantısı sırasında gerçekleşmekte olması bir rastlantı değil.
AB’nin 27 üye ülkesinin liderlerinin gündeminde, Doğu Akdeniz-Ege krizi ve bu konu ile ilgili Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın Türkiye’ye yaptırımların uygulanmasına ilişkin talepleri yer alıyor.
AB Zirvesi’nden böyle bir karar çıkar mı? Gelen bilgiler, Birlik içinde bu konuda bir görüş birliği olmadığı izlemini veriyor. Yani açık bir şekilde Türkiye’ye karşı bir ambargo kararı çıkmaz. Böyle sert ve kesin bir karar için gereken konsensüs (oy birliği) sağlanamaz. Ama daha muğlak ve daha çok uyarıcı bir metin üzerinde mutabakat sağlanabilir.
AB iki üyesi ile dayanışma içinde olduğu mesajını vermek isteyecektir. Ancak bunu yaparken, bırakın bunun ne kadar hakkaniyete uygun olacağını, böyle bir davranışın Türkiye ile ilişkilerin ve Doğu Akdeniz-Ege krizinin daha da kızışması gibi olası sonuçlarını çok iyi düşünmesi gerekir. Bazı AB üyelerinin bu gerçeğin farkında olduğu biliniyor. Buna rağmen, AB Zirvesi’nden yaptırım gibi “cezalandırıcı” bir karar çıkması yarar değil, herkes için zarar yaratacaktır.
Krize diplomasiyle çözüm arandığı şu sırada, AB’den acil beklenen şey dönem başkanı olarak Almanya’nın üstlendiği arabuluculuğa destek olacak bir rol oynaması ve yeni sürecin ilerlemesine yardımcı olmasıdır.
Adım adım...
Resmi demeçlerdeki nispi yumuşama ve sahada tansiyonu düşürme yönündeki ilk adımlar ümit yaratmakla beraber, “yeni süreç”in çok zor ve uzun süreceğini de şimdiden dikkate almak gerekir. Şu anda iş “söylem” aşamasında. Masaya geçilirken, “eylem” gerekecektir. Bu da karşılıklı bazı fedakârlıklar yapmak, “kazan-kazan” anlayışıyla bir uzlaşma sağlamak demektir. Tarafların “taviz” sözcüğü üzerindeki hassasiyetinin dahi bu konuda (özellikle iç politika açısından da) nasıl bir zorluk arz ettiği malumdur...
Bu aşamada sahada tansiyonu düşürmek için bazı jestler yapmak, çatışma riskini azaltmak ve diyalog kurup karşılıklı tartışmak çok önemli, ama yeterli değil.
Ne var ki, müzakere sürecinde, baştaki maksimalist pozisyonlar aynı ısrarla sürdürülürse, bir çözüme ulaşmak mümkün olmaz.
Yani yumuşak söylem “çatışmasızlığa” yol açsa da, eylem bunu izlemedikçe “çözümsüzlük” devam edip gider.