Öteden beri Suriye’deki iç çatışmaların, bu tür olaylara yatkın küçük komşusu Lübnan’a sıçraması olasılığından söz edilir.
Aslında Lübnanlılar Suriye krizinin başlamasından bu yana hep bu korku içinde yaşamışlardır.
Geçen hafta Lübnan İstihbarat Şefi Wisam Hasan’ın Beyrut’un göbeğinde bir suikasta kurban gitmesi, bu korkuları had safhaya çıkarmış bulunuyor. Bu saldırının ardından başkentte ve diğer bölgelerde cereyan eden kanlı olaylar, Lübnan’ın da Suriye gibi bir iç savaşa sürüklenme tehlikesini ortaya koyuyor.
General Hasan’a karşı girişilen suikast, bir süreden beri Lübnan’da “sessiz ve derinden” cereyan eden bir iç mücadeleyi yüzeye çıkardı. İstihbarat şefi, Suriye ile işbirliği yapan ve Lübnan’da bir şiddet kampanyası planlayan eski Enformasyon Bakanı’nı yakalatmış, bu olay Beyrut’ta Suriye’ye karşı öfke yaratmıştı.
Gen. Hasan’a karşı düzenlenen saldırı, şimdi Lübnan’da -ve Batı’da- Esad rejiminin bir tertibi sayılıyor. Bu olay 2005’te Başbakan Refik Hariri’nin öldürülmesine benzetiliyor ve bütün parmaklar bunun arkasında Şam’ı gösteriyor. Lübnan siyasetinin ünlü isimleri -Saad Hariri’den Walid Cumblat’a kadar- açıkça Suriye’yi suçluyor.
Amaç ne?
Esad’ın adamlarının bunu yapmalarının çeşitli nedenleri olabilir. Biri, Suriye’nin düşmanı olarak gördüğü, önemli bir istihbaratçıyı ortadan kaldırmak, ondan intikam almak... Diğer bir amaç da Suriye’nin bu haliyle bile Lübnan’ı manipüle edebileceğini göstermek ve iş başındaki hükümete de gözdağı vermek... Kimileri böylece Esad’ın kendi üzerindeki dikkatleri (daha önce Türkiye sınırında olduğu gibi) güney komşusuna çevirmek istediğine inanıyor...
Oysa Lübnan şimdiye kadar Suriye krizinin dışında kalmak için büyük çaba harcamıştır. Başbakan Necip Mikati’nin Hizbullah’ın desteğiyle ayakta duran hükümeti, Suriye’de olup bitenler karşısında “tarafsız bir politika” izlemeye özen göstermiş, Suriyeli direnişçilerden uzak durmuş, Arap Birliği’nin Esad’a karşı kararlarına katılmaktan çekinmiştir.
Lübnan halkının çeşitli kesimleri de, geçmişte Suriye’nin müdahaleleri ve işgaliyle ilgili acı hatıralarının etkisiyle, “Suriye batağı”na bulaşmamayı yeğlemişti.
Hassas dengeler
Bir bakıma Lübnan’ın kırılgan demografik ve siyasi yapısı da bunu icap ettiriyor. Lübnan’ın 4.2 milyon nüfusunun yüzde 60’ı Müslüman, yüzde 40’ı Hıristiyan. Ama her iki dinden olanlar farklı etnik ve mezhep gruplara (Sünni, Şii, Dürzi, Ortodoks, Katolik, Maronit) mensupturlar.
Lübnan’daki demokratik siyasal yapı da, bu nüfus oranlarına göre dengeli bir şekilde düzenlenmiştir. Ancak bu hassas yapı, dışarıdan gelen müdahalelere karşı her zaman pek dayanıklı olamıyor. Hele bu tehditler Suriye’den geldiği hallerde...
Gen. Hasan’ın öldürülmesini izleyen kanlı olaylar, bu hassas dengeleri yeniden tehlikeye sokuyor. Bu, Lübnan’ın Suriye gibi bir iç savaşa sürüklenmesine yol açabilir mi?
İçteki militanların ve provokatörlerin eylemleri böyle bir tehlike yaratmakla beraber, halkın çeşitli kesimlerinin çoğunluğu barış ve istikrar istiyor. Yani yeni bir Suriye olmak istemiyor.
Umarız son talihsiz olaydan sonra da bu dilek gerçekleşir.