Irak mahkemesinin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi’ye karşı verdiği idam kararının ön planda ortaya koyduğu görüntü Başbakan Nuri El Maliki ile kendisi arasındaki iktidar kavgasıdır. Ama arka plandaki esas olay, ülkenin sürüklenmiş olduğu Sünni-Şii sürtüşmesidir.
Mahkemenin kararından hemen sonra Irak’ta yer yer terör eylemlerinin tırmanması, tehlikenin ciddiyetini gözler önüne seriyor.
Şimdi korkulan şey, Haşimi’ye karşı verilen idam cezasının mezhepsel çatışmayı kızıştırması ve Iraklılar arasındaki ayrışmayı daha da derinleştirmesidir.
Irak’taki bu kriz, geçen aralıkta ABD’nin bu ülkeden kuvvetlerini çektiği günün hemen ertesinde patlak verdi. Sünni Başbakan El Maliki, Şii Cumhurbaşkanı Yardımcısı El Haşimi’yi, Şiileri hedef alan “ölüm mangaları”nı yönetmekle, 150 kadar suikast ve bombalı eylem düzenlemekle suçladı. Bunun üzerine savcılık hemen harekete geçti ve Haşimi’nin tutuklanmasına karar verdi.
Ancak güçlü “Irakiye” partisinin lideri olan Haşimi, Bağdat’ı terk etti ve başta Kürt kökenli Cumhurbaşkanı Talabani’nin yardımıyla Erbil’e sığındı. Bir süre sonra Katar’a geçti, oradan da Türkiye’ye geldi. Hükümet, Interpol’ün her yerde aranması emrine rağmen, ona sığınma hakkını verdi ve onun can güvenliğini de üstlendi.
İdam cezasının ilan edilmesinden hemen sonra da Ankara bir bildiri ile Haşimi’nin istediği sürece Türkiye’de kalabileceğini açıkladı.
Haşimi, dünkü basın toplantısında belirttiği gibi, Irak mahkemesinin kararını “haksız, geçersiz” sayıyor ve kendisine karşı yapılan suçlamaları reddediyor. Buna karşılık kendisi de Maliki’ye karşı suçlamalarda bulunuyor; geçen hafta BBC’ye verdiği söyleşide vurguladığı gibi; Irak Başbakanı’nın diktatör kesildiğini, Şii hakimiyetini pekiştirmeye ve Sünnileri de yönetimden uzaklaştırmaya çalıştığını belirtiyor.
Meselenin özünde yatan da, zaten bu Şii-Sünni mücadelesidir. Açıkçası Saddam döneminde yönetimdeki Sünni ağırlık, ABD işgalinden sonra diktatörle birlikte ortadan kalkmış, bu kez yerini Şii nüfuzu ve hakimiyeti almaya başlamıştır. Maliki de bunu pekiştirmek için tüm imkanları kullanmıştır.
Bu mücadele, son zamanlarda sık sık sokaklarda patlamalar, saldırılar ile kendini göstermiştir. Bu tehlike, şimdi idam karanının yarattığı yeni kriz sonucunda daha da artıyor...
Türkiye, aldığı tutum sonucunda bu krizle doğrudan ilgili bir ülke olarak öne çıkıyor.
Ankara, Haşimi’ye kapılarını açtığı zaman, bunun yabancılara sığınma hakkı verme geleneğine uygun bir davranış olduğunu öne sürmüştü. Şimdi de Bağdat’taki mahkemenin kararından sonra, mağdur durumdaki Iraklı siyaset adamına (ki Türkiye resmen onu Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak tanımaya devam ediyor), “burada artık kalamazsınız, gidiniz” diyemezdi...
Ancak Türkiye sadece ülkesini terk eden bir siyasetçiyi barındırmakla kalmıyor, aynı zamanda onu suçlayan yönetimin politikalarına da karşı çıkıyor. Ankara’da resmi ağızlar defalarca Maliki’yi kınamış, o da son zamanlarda Ankara’ya sert çıkmaya başlamıştır.
Zaten Ankara ile Bağdat arasında Suriye meselesi, Kuzey Irak’taki yönetim ile ilişkiler ve PKK konusunda ciddi uyuşmazlıklar var. Şimdi de bütün bunlara Haşimi üzerindeki kriz de ekleniyor.
Türk yetkililer en son istedikleri şeyin Irak’ta bir mezhep çatışması olduğunu söylüyorlar ve olayları bu noktaya getiren tarafın Maliki yönetimi olduğunu belirtiyorlar. Ancak gelinen noktada Ankara’nın aldığı tavır, istemeyerek de olsa, Türkiye’yi bu mezhepsel kavgada “taraf” olarak görünmesi riskini yaratıyor. Oysa bu gibi hallerde Türk diplomasisine yakışan şey, bu sürtüşmelerin dışında kalıp uzlaştırıcı bir rol oynamaktır.