BM Güvenlik Konseyi’nde Suriyeli sığınmacılarla ilintili “tampon bölge” konusundaki Türk girişiminin hiçbir sonuç vermemesi, çok hayal kırıcı oldu.
Bu fiyaskoda tüm ilgili tarafların payı var. İnsani boyutu ile sunulan bu meselede, bırakın bir “konsey kararı”nın çıkmasını, “Başkanlık bildirisi” diye tanımlanan ve genelde muğlak ifadeler taşıyan bir deklarasyonun yayınlanması dahi mümkün olmayışının sorumluları Rusya ve Çin’dir. Nitekim Türkiye ve Batılı ülkelerin bütün çabalarına rağmen, veto hakkına sahip olan bu iki ülke, mültecilerle ilgili herhangi bir belgenin çıkmasını engellediler.
Türkiye’nin istediği tampon veya güvenli bölge konusunda zaten bu şartlar altında bir adım atmak imkansızdı. Ama bu kez bu fikre sıcak batığı sanılan Fransa ve İngiltere dahi, çekingen davrandılar. ABD suskun kaldı. Diğer üyelerden de ses çıkmadı.
Dışişleri çevreleri Türk tarafının da aslında konseyden bir çırpıda tampon bölgeyi de kapsayan bir kararın çıkmasını beklemediğini söylüyorlar. Ama konsey toplantısının tek bir destek sözü alınmadan sona ermesinden duydukları kızgınlığı da gizlemiyorlar.
Belli ki, her şeye rağmen, ortada bir değerlendirme ve tahmin hatası var. Sonuçta Dışişleri Bakanı Davutoğlu, konsey toplantısından eli boş dönmüş oldu.
Sorunun iki boyutu
Bu noktada artık Türkiye’nin bundan sonra ne yapacağı önemli.
Suriyeli mülteciler meselesinin bir boyutu, kısa vadede “insani yardım” problemi, diğer boyutu da daha uzun vadede “stratejik destek” konusudur.
Türkiye’nin barındırdığı 80 bin sığınmacının dışında, günlerdir sınırda bekleyen 10 binin üstünde Suriyeli var. Hazırlanmakta olan imkanlarla Türkiye ancak 30 bin kadar yeni mülteci alabilir. Sonra? Türkiye “açık kapı” politikasını bırakıp sınırları kapatacak mı? Yetkililer “prensip olarak hayır” diyorlar, ama bir yandan da “daha fazlasını barındırmamız imkansız” diyorlar.
Ankara halen temasta olduğu birçok ülkeye bu sorumluluğu paylaşmaları çağrısında bulunuyor. İşin parasal yönü (şimdiye kadar 300 milyon dolara mal oldu) sorunun sadece bir parçası. Önemli olan sığınmacıların başka ülkeler tarafından da kabul edilmesi ki, bu da pek olası görünmüyor.
Türkiye’nin “tampon bölge” üzerinde durmasının nedeni de bu. Kamplar Suriye topraklarında kurulursa, yük hafifler. Ama bunun gerçekten “güvenli” bir bölge olması için “uçuşa yasak bölge” gibi birtakım askeri tedbirlerin de hayata geçirilmesi gerek. Ankara “tampon bölge” üzerinde ısrar ederken, kuşkusuz bu “stratejik” faktörü de hedeflemiştir. Bu sayede Esad daha ağır baskı altında kalacak ve devrilmesi kolaylaşacaktır.
Tabii Esad’dan yana olanlar (Rusya, İran, Çin) sığınmacılar nedeniyle böyle bir müdahalede bulunulmasına şiddetle karşı çıkıyorlar. Batılılara gelince, aralarında prensip olarak bu fikri destekleyen (Fransa gibi) ülkeler varsa da, açıkçası hiçbiri askeri bir müdahale gerektiren bir harekette bulunmayı göze alamıyor. Bu, Suriye ile savaş demek olacağı gibi, Batı’nın Rusya ile büyük gerginlik yaşamasına yol açmış olacaktır ki, şu sırada kimse böyle bir riske girmek istemiyor.
“İstekli” yok
O halde “tampon bölge” konusunda da Türkiye yalnız kalıyor. Bunu sağlamak için tek başına harekete geçebilir mi? Ankara’nın böyle bir niyeti yok. Bu iş olacaksa, uluslararası aktif destekle olmalı, deniyor. En azından “İsteklilerin Koalisyonu” çerçevesinde olabilir. Oysa açıkçası “istekli” de yok ortada...
Türk yetkililer bu aşamada tüm ilgili ülkelerle (müttefikler kadar Rusya ve İran ile de) görüşmeleri sürdürmekten başka çare görmediklerini söylüyorlar. BM’deki manzaradan da anlaşıldığı gibi, kimse sorunun gerektirdiği hızla acil ve aktif destek vermeye hevesli değil.
Bunun anlamı şu: Türkiye, sığınmacılar meselesinde hem insani, hem stratejik boyutlarıyla kendi başına kaldı. Bu da Suriye politikasının yeniden gözden geçirilmesi için bir vesile...