Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Moskova’da vardıkları mutabakat, iki tarafın da kendi görüşleri ve talepleri doğrultusunda tatminkâr bulduğu, fakat aynı zamanda bazı konularda esneklik göstererek uzlaştıkları bir “orta yol” niteliğini taşıyor. Şimdi bütün mesele prensipte anlaşılan hususların uygulanıp uygulanamayacağıdır.
İki liderin gösterdiği kararlılık ve iş birliği niyeti, iyimserlik yaratmakla beraber, meselenin karmaşıklığı ve ilgili aktörlerin çokluğu, önümüzdeki yolun çok kritik ve sıkıntılı olacağını gösteriyor. Bu bakımdan diplomatik alanda elde edilen sonucun, İdlib sahasında bir “yol kazasına” kurban gitmemesine özen gösterilmesi çok önemli.
“Ek Protokol”ün içeriğine girmeden önce, bu anlaşmanın Türkiye açısından taşıdığı anlam ve önemini belirtmek gerek.
Bu sonuca varılmasında açıkçası Türkiye’nin son zamanlarda izlediği “güç politikası” çerçevesinde İdlib bölgesinde TSK’nın giriştiği son askeri harekât büyük rol oynamıştır. “Saha”daki bu performans ve bunun rejim güçlerine indirdiği darbe daha fazla vakit kaybetmeden “masa”ya geçilmesini sağlamıştır. Şimdi bütün iş çözüm arayışını diplomasi yoluyla sürdürmek ve çatışmasızlık ortamını kalıcı hale getirmektir...
Mutabakatın en önemli maddesi, hiç kuşkusuz, ateşkesin sağlanmasıdır. Ankara’nın ısrarla üzerinde durduğu bu istek, Rusya tarafından da paylaşılmıştır. Eğer bu mutabakat tam olarak uygulanabilirse, herkes rahat bir nefes alacaktır. Ne var ki bu yolda bazı engeller çıkabilir. İdlib halkı arasında Suriye ordusunun gene bir şekilde saldırabileceği korkusu hâkimdir. Ama şu anda esas tehlike El Nusra, HTŞ gibi radikal gruplardan geliyor. Bunların mutabakata karşı gönderdikleri tepki şimdiden endişe yaratıyor.
Türkiye ile Rusya arasında öteden beri “terör grupları” ile “muhalifler”in tanımı konusunda görüş ayrılığı var. Mutabakat metnindeki ifadeler Türkiye’yi gene aynı sıkıntıya sokacaktır.
Türkiye’nin Moskova’daki görüşmeler öncesinde ısrarla üzerinde durduğu bir husus da Suriye güçlerinin Soçi Anlaşması’nda belirtilen hatlara çekilmesiydi. Ek Protokol’de buna hiç değinilmiyor. Bunun anlamı, Rusya-Suriye tarafının bu talebi kabul etmediği, Soçi’deki bu maddenin geçerli sayılmadığı ve artık burada yeni, fiili (de facto) bir durumun ortaya çıktığıdır. Bu Ankara için bir geri adım sayılırsa da, Türkiye mutabakatta bir Suriye saldırısı karşısında TSK’nın misliyle karşılık verme hakkını saklı tuttuğu maddesinin yer almasını sağlamıştır. Aynı şekilde, iki otoyolunun statüsü konusunda bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Suriye güçlerinin ele geçirdiği M5 onların kontrolünde kalıyor. M4 karayolunda ise toplam 12 kilometrelik bir “güvenli koridor” kuruluyor ve buralar Rus ve Türk askerlerinin kontrolüne giriyor.
Bu arada, Ek Protokol’de 12 gözlem noktası konusuna değinilmiyor. Çoğu Suriye güçlerinin kuşatması altındaki yerlerde bulunan bu Türk karakollarının fiili durumu da devam edecek gibi görünüyor.
Başta da belirttiğimiz gibi, mutabakatın uygulanması zorlu yeni çalışmalar gerektirecek. Umut veren nokta, Erdoğan ve Putin’in bu konuda gösterdikleri ortak iradedir. Moskova’daki görüşmeler, iki tarafın da, ilişkilerine daha geniş açıdan baktıklarını, stratejik iş birliğine öncelik verdiklerini açıkça ortaya koydu. Diğer bir deyişle, gerek Ankara gerekse Moskova, İdlib ile ilgili sıkıntıları yüzünden, son zamanlarda kurdukları bağları feda etmek niyetinde değil.