Türkiye, iktidarı ve muhalefeti, Meclisi ve medyası, hasılı devleti ve halkıyla, ABD’nin yaptırım kararına karşı tek vücut olarak tepkisini gösterdi.
Bu vesileyle Türkiye Cumhuriyeti, Başkan Trump’ın giderayak geçmişteki demeçleriyle çelişen bu tavrı karşısında, S-400 konusunda geri adım atmamak, savunma sanayii politikasını sürdürmek ve böylece egemenliğini korumak azmini de açıkça ortaya koymuş oldu.
Şimdi gelinen noktada, Ankara’nın bu kararlılıkla ABD yaptırımlarına nasıl bir karşılık vereceği gündemde.
Türk siyasi, diplomatik ve askeri yetkilileri halen bu konuda çeşitli opsiyonlar ve senaryolar üzerinde çalışıyor. Bu çalışmalar sonucunda nasıl bir karşılık verileceğini göreceğiz.
Washington’dan yaptırım haberi geldiği andan itibaren, Türkiye’de konu çeşitli çevrelerde, bu arada TV ekranlarında enine boyuna tartışıldı, Türkiye’nin mukabele seçenekleri üzerinde de duruldu.
Bütün bu opsiyonların ışığında, Türkiye’nin önünde iki yolun bulunduğu görülüyor: Birincisi, “sert mukabele”, ikincisi ise “yumuşak karşılık” diye özetlenebilir.
***
Birinci şık, Türkiye’nin bu “Amerikan ambargosu”na, tabir caizse, “misliyle misilleme”de bulunmasını öngörüyor.
Bu opsiyonu savunanlar, ABD’nin kararlaştırdığı yaptırımların “hafif” cinsten olmakla beraber, 1974 Kıbrıs harekâtından sonraki kapsamlı ambargodan stratejik hedef olarak farklı olmadığını öne sürüyorlar ve dolayısıyla Ankara’nın bu kez de o zamanki gibi sert misillemeye başvurması gerektiğini belirtiyorlar. Bu opsiyonların biri de, o zaman yapıldığı gibi, İncirlik üssünü kapatarak ABD’nin canını acıtmak şeklinde ifade ediliyor.
Kuşkusuz bu, bugünkü şartlarda “en uç” seçenek olarak gözüküyor ve meseleyi “misliyle misilleme” noktasına getiriyor.
Meseleyi başka yöntemlerle halletme seçenekleri iyice dikkate almadan, direkt böyle bir misilleme stratejisinin uygulanmasının ne kadar akılcı bir yol olacağı, duygusallıkla değil, soğukkanlılıkla tartışılmalıdır.
Ankara’da değerlendirmelerin de böyle bir anlayışla yapılmakta olduğu görülüyor.
***
İkinci şık, verilecek karşılığın daha orantılı olmasını, Türkiye’nin konuyla ilgili duruşunun ve kararlılığının meseleyi ve hatta Türk-Amerikan ilişkilerindeki diğer sorunları da çözmeye yönelik bir süreç oluşturmasını öngörüyor.
Gerçi Trump, giderayak sergilediği tutumla bu kez de Türkiye’yi şaşırttı ve hayal kırıklığına uğrattı ama açıkçası bir bakıma yeni Başkan Biden’ın işini kolaylaştırdı. Biden Beyaz Saray’a girer girmez, Türkiye’ye yaptırım kararı alan Başkan olmuyor. Bu da Ankara’ya Biden yönetimiyle Türk-Amerikan ilişkilerinde “yeni bir sayfa açmak”, bütün uyuşmazlıkları birlikte masaya yatırıp çözüm aramak fırsatını veriyor.
Bu durum, Erdoğan yönetimi ile Biden yönetimi arasında yapıcı ilk temaslar ve diplomatik çabalar için müsait bir zemin oluşturacak.
Böyle bir ortamda S-400’ler meselesinde yapılacak müzakerelerde bir anlaşma sağlamak mümkün olur mu?
Tabii bunu şimdiden kestirmek çok zor. Bunun için Biden yönetimi kadar Kongre’nin ve çeşitli kurumların da yaptırım politikasını değiştirmesi gerekir.
Türkiye bu meseleyi diplomasiyle, müzakereyle halletmek istediğini defalarca ilan etti. Ankara bu yönde gerek Biden yönetimi gerekse Kongre, çeşitli kurumlar ve basın nezdinde yeni dinamik girişimler yapmak durumundadır. Ama buna karşılık ABD’nin de Türkiye politikasını yeniden gözden geçirmesi ve bu arada şu yaptırım uygulama politikasının hayal ettiği sonuçları vermeyeceğini, tam aksine, Türkiye’yi kendisinden daha da uzaklaştıracağını artık anlamalıdır. O takdirde, Ankara ile Washington arasında yeni bir sayfanın açılması kolaylaşır.