Hz. Muhammed’i ve Müslümanlığı küçük düşüren ABD’deki film olayının ve onu izleyen şiddet dalgasının Genel Kurul toplantıları arifesinde patlak vermesi, kutsal değerlerle ifade özgürlüğü arasındaki ilinti konusunun dünya platformuna taşınmasına vesile oldu.
Geçen salı günü başlayan Genel Kurul toplantılarında -ABD Başkanı Obama’dan Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’ye kadar- kürsüye gelen çeşitli ülkelerin liderleri, konuşmalarının önemli bir kısmını bu meseleye ayırdılar.
Bugün Genel Kurul’a hitap edecek olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da konuşmasında çok tartışılan İslamofobi ve şiddet sorununa geniş yer vermesi bekleniyor.
Davutoğlu, 193 devletin temsil edildiği bu geniş forumda son günlerde Başbakan Erdoğan’ın, kendisinin ve diğer bakanların bu konuda ifade ettiği görüşleri dile getirecek.
Bu hassas meseleye soğukkanlılıkla ve akılcı bir şekilde yaklaşan Türkiye, bir yandan o mahut filmi ve İslam’ı hedef alan benzer yayınları kınıyor, bunun ifade özgürlüğü sınırlarını aştığını belirtiyor, diğer yandan da bu tür yayınlar veya davranışlar nedeniyle diplomatların öldürülmesi gibi şiddet olaylarına da karşı çıkıyor.
* * *
“Medeniyetler İttifakı” çerçevesinde, çeşitli dinler ve kültürler arasında bir yakınlaşma kurmaya çalışan önder ülkelerden biri olarak Türkiye, son olayları BM platformunda daha yapıcı ve somut bir girişim için fırsat olarak kullanmayı planlıyor.
Hedef, son zamanlarda Avrupa’da ve ABD’de görülen İslam karşıtı kampanyaları önleyecek uluslararası bir anlaşmanın sağlanmasıdır.
Türk diplomasisi bir süredir bunun zeminini oluşturmaya çalışıyor. Nitekim Davutoğlu’nun New York’ta Brezilyalı ve İsveçli meslektaşları ile yaptığı görüşmelerde, bu yönde ortak bir girişim üzerine mutabık kaldıkları bildiriliyor.
Bu girişimin amacı BM Genel Kurulu’nda, İslam’la ilgili kutsal değerleri, saldırılardan, hakaretlerden korumaya yönelik bir deklarasyonun yayınlanmasıdır.
Böyle bir evrensel belge fikrinin uluslararası topluluk tarafından kabul edilmesi, kolay olmayabilir, bunun redaksiyonu, kullanılacak olan sözcükler üzerinde hararetli tartışmalar çıkabilir. Ama genel prensipleriyle de böyle bir deklarasyon, dinlere ve kutsal değerlere karşı olur olmaz yayınların, sorumsuzca davranışların önünün kesilmesi için ileri bir adım oluşturabilir. Buna üye ülkeler de kendi hukuk sistemleri içinde, gereken düzenlemeleri yapabilirler.
* * *
Bu hafta Genel Kurul’da yapılan konuşmalar, bu konuda uluslararası camianın farklı görüşlere sahip olduğunu gösterdi.
Örnek olarak Başkan Obama ile Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin konuşmalarını alabiliriz.
Aslında ikisi de, “Müslümanların Masumiyeti” adlı filmi şiddetle kınıyor. Obama konuşmasında bunu “iğrenç” diye nitelendirdi ve ABD hükümetinin kesinlikle bu tür yayınları onaylamadığını belirtti.
Mursi ise bu filmin çevrilmesini daha çok “organize bir kampanya” olarak görüyor. Mısır liderinin esas vurgusu Müslümanlığı hedef alan bu provokasyon üzerinde... Obama’nın vurgusu ise, bunun İslam dünyasında yol açtığı şiddet eylemleri ve bu arada Libya’daki ABD Büyükelçisi’nin öldürülmesi üzerindedir.
Ama esas ayrışma, işin içine ifade özgürlüğü girince ortaya çıkıyor. Obama, ABD Anayasası’nın vatandaşlara verdiği bu hakkın korunması gerektiğini söylüyor ve “ifade özgürlüğünü kısma çabaları, eleştirileri susturma amacına dönüşebilir. Nefret ifadelerine karşı en iyi silah, baskı değil, karşılıklı anlayışa dayalı hoşgörünün sesidir” diyor.
Bu düşünce ile ABD’de ve genelde Batı’da ifade özgürlüğünün dokunulmazlığını her ne pahasına olursa olsun savunanlar var. Ancak böyle bir düşüncenin kutsal değerleri içerdiği hallerde nelere yol açabileceği, son olaylarda açıkça görüldü.
Bu durumda yapılması gereken şey, kutsal değerlerin korunması hakkı ile ifade özgürlüğü arasında bir ortak anlayış sağlamaktır.
BM Genel Kurulu’nda böyle bir konsensüs sağlanabilecek mi acaba?