Atak bu kez “yasama”dan (Kongre’den) değil, “yürütme”den (Beyaz Saray’dan) geldi...
Haftalar- dan beri ABD Senatosu’nda ve Temsilciler Meclisi’nde, çeşitli gerekçelerle, Türkiye’ye karşı bir takım ekonomik ve askeri yaptırımların hazırlıkları yapılıyordu. Senato’da Türkiye’ye F-35 askeri uçaklarının teslimatının ertelenmesine ilişkin bir tasarı kabul edilmişti. Meclis’te de ilgili komisyon, Türkiye’ye kredi ve mali destek olanaklarını askıya almayı öngören bir öneri benimsemişti...
Bunların Trump Yönetimi tarafından hayata geçirilip geçirilmeyeceği tartışılırken, önceki akşam Beyaz Saray’ın beklenmedik bir yaptırım haberi geldi. Bu kez konu, İzmir’deki Amerikalı rahip Andrew Brunson’un tutukluluğu ile ilgiliydi. Trump Yönetimi, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ü ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu bu olaydan sorumlu tutarak onları bir nevi kara listeye aldı.
İlk bakışta bu karar, pratikte anlamsız, saçma bir çıkış olarak görülebilir. Ama gerçekte bu davranışın sembolik ve siyasal önemi büyüktür. ABD bu kararla müttefiki Türkiye’yi kendi yöntemleriyle cezalandırmaya kalkıyor; bu hareketiyle Türk Hükümeti’ni açıkça karşısına alıyor, bunun olası sonuçlarını hiçe sayarak Türkiye’yi baskı altında tutmaya çalışıyor.
Nasıl dost?
Bu kararın diğer önemli yanı, şu sırada Türkiye’ye karşı bir tutum içinde bulunan Kongre’den değil, doğrudan Trump’dan ve onun yardımcılarından gelmesidir. Zaten bu rahip sorunu gündeme geldiğinden beri, Cumhur- başkanı Erdoğan’a ve Türkiye’ye sempati duyan Trump’ın “dost” imajı değişti, o da Evangelistlere hoş görünmek, Kasım ayındaki ara seçimlere şimdiden siyasi yatırım yapmak için tutumunu ve üslubunu sertleştirdi.
Bu yaptırım kararı, Türkiye-ABD ilişkilerinde ortaya çıkan ilk kriz değil. Bu ilişkiler 1970’lerden bu yana inişli çıkışlı bir seyir izledi.
Açıkçası iki-üç yıldır Ankara ile Washington arasında çıkan birçok uyuşmazlık yüzünden bir gerginlik ve güvensizlik dönemi yaşıyor.
Uzlaşma fırsatı
Bununla beraber her iki başkentte şimdiye kadar bağları koparmamak ve anlaşmazlıkları diyalog ile çözmek için bir istek ve kararlılık hâkim olmuştur. Çünkü iki tarafın da açıkçası birbirine ihtiyacı vardır ve bu vazgeçilmezlik fikri, krizlerin daha da tırmanmasını önlemektedir.
Şimdiki kriz nasıl gelişecek? Gerginlik karşılıklı misillemelerle ve sert beyanlarla daha da mı artacak, yoksa soğukkanlı bir kriz yönetimiyle uzlaşma sağlanabilecek mi?
Türk tarafının bu son olayda duygusal reflekslerle hareket etmek yerine, serinkanlılıkla, rasyonel bir tavır sergilediği görülüyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Singapur’da Amerikalı mevkidaşı ile yapması beklenen görüşmenin bu kez bir uzlaşma sağlaması umudu var.
Yani krizin daha da büyümemesi için bu fırsatı kaçırmamak, iki tarafın da yararınadır...