Türkiye’nin AB üyeliği konusunun bir süreden beri kamuoyunun gündeminde olmadığı malum. Çeşitli anketler Türk halkının geniş bir kesiminin artık bu konuda eski heves ve heyecanını kaybettiğini, üyeliğin yakında gerçekleşebileceğine de inanmadığını gösteriyor.
Bunun nedenlerini anlamak zor değil.
Almanya, Fransa gibi AB’nin önde gelen üyeleri açıkçası Türkiye’yi bu toplulukta tam üye olarak görmek istemiyor. Yıllardır süren müzakere sürecinde çıkarılan engeller yüzünden yalnız “sokaktaki adam”ın değil, diplomatların dahi sabrı tükeniyor.
Bu arada Türk ekonomisinin gelişmesi, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak kendisini göstermesi, buna karşılık Avrupa ülkelerinin ciddi ekonomik ve sosyal krizlere sürüklenmesi ve AB yapısının sarsılması, Türkiye’de birçok insanı “bu şartlarda AB üyeliği olmasa da olur” düşüncesine sevk ediyor.
* * *
Erdoğan hükümetinin son zamanlarda aldığı tavır da aşağı yukarı bu doğrultuda. Gerçi AB üyeliği hedefi bağlamında resmi politikada değişen bir şey yok. Hükümet AB’yi gözden çıkarmış, müzakereleri sürdürmekten vazgeçmiş değil. Hatta AB Bakanı Bağış, ekibi ile birlikte bu yönde çabalarını canla başla sürdürüyor. Ama açıkçası Başbakan başta olmak üzere, birçok hükümet yetkilisi bu işe soğuk bakıyor.
Bunun son örneği AK Parti Kongresi’nde açıkça görüldü. Erdoğan iki buçuk saatlik konuşmasında AB’yi pas geçti. Gelecek yıllara yönelik bir vizyon belgesi olarak ortaya konan manifestoda AB konusu, sonlarda bir paragrafla geçiştirildi...
Dün de belirttiğimiz gibi iktidar partisi önceliği ve ağırlığı Yakın Doğu coğrafyasına, Arap-İslam dünyasına veriyor. Dolayısıyla Hükümet stratejisinde AB şimdi geri planda kalıyor...
* * *
Böyle bir ortamda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, AK Parti Kongresi’nden bir gün sonra, TBMM’deki açılış konuşmasında AB’ye hatırı sayılır bir yer vermesi ve üyelik perspektifini tekrar canlandırmaya çalışması dikkati çekti.
Cumhurbaşkanı konuşmasındaki bu bölümle, her şeyden önce adeta unutulmuş olan AB konusunu tekrar gündeme getirmiş oldu. Gül’ün milletvekillerini yeni dönemde AB ile uyum yasaları ve reformlara öncelik vermeye çağırması, önemli bir çıkış.
Son yıllarda Meclis, geceleri geç saatlere kadar çalışarak gerçekten birçok uyum ve reform yasasını kabul etmişti. Gül şimdi bütün sıkıntılara rağmen bu ivmenin yeniden kazanılmasını istiyor ve şöyle diyor; “Çoğu zaman karşı taraftan kaynaklanan nedenlerle süreç yavaşlasa da, biz işimize bakmalıyız, doğru adımları kararlılıkla atmalıyız.”
* * *
Gül Türkiye’nin AB perspektifini neden canlı tutması gerektiğini de şöyle izah ediyor: “Bu perspektifin getirdiği ivmeyle Türkiye’nin ekonomisini ve demokrasisini güçlendiren ve vatandaşlarının hayat standartlarını yükselten pek çok reforma öncülük ettiği bir gerçektir.”
Evet, AB hedefi gerçekten Türkiye için bir motivasyon, bir itici güç olmuştur. Siyasal, ekonomik ve sosyal birçok reform bu sayede hayata geçirilmiştir.
Bazı hallerde Türkiye’nin “Kopenhag kriterleri” yerine “Ankara kriterleri”ni uygulayabileceği söylense de, bunun aynı standart ve değerde olmadığı da açık. Kaldı ki bu yönde ileri demokrasi anlayışına uygun adımlar da pek atılmış değil...
* * *
Nihayet Cumhurbaşkanı’nın AB perspektifi lehinde söylediklerine şunu da ekleyelim: Türkiye çok boyutlu bir dış politika izlemek ve özellikle bölgesel, hatta küresel bir aktör olmak istiyorsa AB üyeliği buna güç katacaktır. Yakın coğrafyamızdaki ülkelerin liderleri her fırsatta AB üyesi bir Türkiye’nin kendileri için daha yararlı olacağını söylerler.
“Sokaktaki adam”ın AB konusundaki düş kırıklığını ve kuşkularını anlamak mümkün. Ama siyasi liderlik, popülist söylem yerine, kamuoyunu doğru biçimde yönlendirmeyi gerektirir.
Bu bakımdan Gül’ün Meclis’te AB konusunu yeniden gündeme getirmesi iyi olmuştur.