Bu hafta Türkiye-Rusya işbirliğinde kaydedilen olağanüstü gelişmeler ve bu arada Ankara’da Suriye konusunda Rus ve İran liderlerinin katılımıyla gerçekleşen üçlü zirve, Türk dış
politikasının nereye yönelmekte olduğu sorusunu gündeme getirdi.
Bu vesileyle “eksen kayması” tartışması yeniden açıldı.
Buna yol açan başlıca olay, Rusya Devlet Başkanı Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki ülkeyi birbirine daha çok yakınlaştıran bazı iddialı adımlar atmalarıdır. Bunlardan biri enerji alanında Türkiye’nin ilk nükleer santralinin temelinin atılması, diğeri de güvenlik alanında S-400 hava savunma sistemiyle ilgili teslimatın daha yakın bir tarihe çekilmesidir.
İkili görüşmenin hemen ardından üçlü zirve, Türkiye’nin Astana sürecindeki rolünü gözlerin önüne serdi...
Kabahat kimde?
Bu olaylar Türkiye’nin dış politikasında bir “eksen kayması”nın olduğu konusunda özellikle Batı başkentlerinde ifade eden kaygıları haklı çıkartır mı?
Ankara Rusya ile yakınlaşmayı, bir eksen değişikliği olarak görmüyor. Türk yetkililer Ankara’nın Batı ile ilişkilerine (şu anda bozulsa da) önem verdiğini, NATO üyeliğini koruduğunu ve AB üyeliği için çabalarını sürdürdüğünü hatırlatıyorlar. Türkiye Batı’dan isteyip alamadığını (füze savunma sistemi gibi) Rusya’dan temin etmek zorunda kaldığını vurguluyor.
Sebebi ne olursa olsun, sonuçta Türkiye’nin Rusya’ya iyice yaklaştığı ve işbirliğini askeri alana da yaydığı bir gerçektir.
Aslında “eksen kayması” algısını güçlendiren husus, Ankara’nın Moskova’ya yaklaşmasından çok, Batı’dan uzaklaşmakta olmasıdır.
Kuşkusuz bunun da birçok nedeni var. Ve bu nedenlerin büyük kısmı Batılı ülkelerin Türkiye’ye karşı bazı olumsuz davranışlarıdır. Ama bazı hallerde Ankara’nın Batı’ya sırt çevirdiği de doğrudur. Bunun son örneği olarak Britanya’dan sonra Batılı ülkelerin bazı Rus diplomatlarını sınır dışı etmesi kampanyasına katılmayı reddetmesi gösteriliyor.
Kopmak arzusu yok
Batı’nın Türkiye ile ilgili “eksen kayması” endişesi ve Ankara’nın Rusya ile yakınlaşmayı böyle algılamamak gerektiği konusundaki beyanları açıkça şunu gösteriyor: Aslında ne Türkiye Batı’dan ne de Batı Türkiye’den kopmak istiyor.
Bu önemli bir noktadır ve iki tarafın da buna göre davranması gerekmektedir.
Batı şimdiye kadar “Türkiye nasıl olsa bize bağlı kalmak zorunda” fikriyle hareket etmiş, Ankara’yı başka seçenekler aramaya ve daha “çok yanlı stratejiler” geliştirmeye zorlamıştır.
Eğer Batılılar Türk dış politikasındaki gidişattan gerçekten kaygı duyuyorlarsa, yapacakları şey kızıp ona karşı daha sert davranmak değil, aksine, bu gidişatı frenleyecek bir yaklaşım ve işbirliği iradesi göstermektir.
Ankara’nın yapacağı şey de “çok yanlı, dengeli” dış politika çizgisini korumak, yeni dostluklar geliştirirken, eski dostlukları canlı tutmaya çalışmaktır.
Bu arada Türkiye, Batı’nın demokratik yapısı içinde parlamentolarından veya basınından birtakım eleştiriler gelebileceğini ve bu nedenle sadece hükümetleri değil, kamuoyunu da kazanmak gerektiğini unutmamalıdır.