Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde son zamanların en kritik günleri geldi çattı.
AB cephesinde, 27 üye ülke liderlerinin dün Brüksel’de başlayan iki günlük zirve toplantısında, Türkiye’ye karşı yaptırım kararının alınması söz konusu. Bu satırları yazarken karar çıkmış değil, ancak sınırlı veya kademeli de olsa, yaptırım uygulama niyeti apaçık belli.
ABD cephesinde, Türkiye’ye karşı yaptırım hareketi Kongre’den geliyor. Bu girişim hafta başında Temsilciler Meclisi’nde üçte iki çoğunlukla desteklendi. Haftaya Senato’nun aynı kararı onaylaması bekleniyor.
Türkiye’nin eş zamanlı olarak Batılı dost veya müttefikleri tarafından bu şekilde “cezalandırılması” çok düşündürücü ve kaygı vericidir. Yaptırımların pratikte bir kıymeti harbiyesi olmadığı söylense de, Ankara’nın ABD ve AB ile ilişkilerinde belirleyici bir etki yapacağı kuşkusuz.
Olayın etkilerini kararların kesinleşmesinden sonra önümüzdeki günlerde irdelemek üzere, bu yazımızda, ilişkileri bu kritik noktaya getiren uyuşmazlıklara bir bakalım. Diğer bir deyişle, bizim temel görüş ve pozisyonumuz nedir, onlarınki nedir?
Türkiye’nin son zamanlarda izlediği dış politikadaki bazı değişikliklere rağmen temel duruşu aynı kalmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve diğer liderlerin son açıklamalarından belirttikleri gibi, Türkiye Batı dünyası ile bağlarına stratejik bir öncelik vermektedir. Daha önce olduğu gibi şimdi de Türkiye için NATO üyeliği, ABD ile iş birliği, AB ile ortaklık büyük önem taşımaktadır. Yani Batı’ya sırt çevirmek söz konusu değildir.
Ancak Ankara son zamanlarda daha bağımsız çok yönlü bir politikaya yönelmiştir.
Bu yeni pozisyon, iktidarın siyasal ve ideolojik görüşlerinin, misyon ve vizyon anlayışının bir sonucudur. Bu yönde Türk hükümeti, son zamanlarda geliştirdiği askeri gücünün de desteğiyle bölgesel roller üstlenmekten, sahada fiili (de facto) durumlar yaratmaktan da çekinmemiştir.
Bu hareket tarzı, zaman zaman bazı meselelerde Türkiye’yi ABD’den AB’ye kadar müttefikleriyle karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Erdoğan yönetiminin duruşu, bu gibi hallerde de “ulusal çıkarlar”ı ön planda tutmak, atılan adımların gerisine gitmemektir. Dolayısıyla, Türkiye, “hem Batı topluluğu içinde kalırım hem de icabında ondan bağımsız, kendi milli politikamı uygularım” mesajını veriyor.
Peki, onlar ne diyor? “Onlar” dediğimiz, Batılı dost ve müttefikler. Yani, ABD, NATO, AB... Tam birleşik bir “blok” olmasa da, temel konularda bir beraberlik var.
Batı’nın içinde zaman zaman ortak çizgiden farklı hareketler olmuyor değil. Örneğin, İran’la veya Rusya ile ilişkilerden Kudüs’le ilgili karara ve çevre meselesine kadar birçok konuda, AB ile ABD arasında, hatta AB’nin içinde de farklı veya zıt pozisyonlar belli oluyor. Bu yüzden kavga çıkmıyor, ceza kesilmiyor.
Batılıların gözünde Türkiye’nin tutumu bu örnekleri çok aşıyor. Onlar da şu mesajı vermeye çalışıyor: “İttifakın içindeyseniz, onun dışında, ittifaka karşı sayılan bağımsız hareketler yapamazsınız. Hele güç kullanarak, fiili durumlar yaratarak, dayanışma içinde bulunduğumuz diğer üyelerle karşı karşıya gelemezsiniz.”
ABD’nin özellikle S-400’lerle, AB’nin de Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili yaptırım kararının, yani Türkiye’ye bir nevi ceza verme tavrının gerekçesi de budur.
Kuşkusuz, “bizim” dediklerimiz ile “onların” dedikleri arasında tartışmaya açık, ciddi uyuşmazlıklar var.
Bu zıtlaşmaya rağmen önemli bir gerçek de şudur: Ne “onlar” Türkiye’den kopmak niyetinde, ne “biz” Batı’dan. Aksine, bu uyuşmazlıklara rağmen beraberliği sürdürmek arzusu hâlâ güçlü.
O halde, bunları konuşarak uzlaşmaya, bir orta yol bulmaya çalışmaktan başka çere yok. Yani diplomasiye başvurmak şart.
Daha açık bir ifadeyle, bu işler yaptırımlar uygulamakla halledilemez. Böyle bir davranış, tarafları büsbütün birbirinden uzaklaştırır, hatta koparabilir de...