Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ufak bir haber, ama düşündürücü: İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Amir Abdulahian, Suriye Başbakanı Nader el Halki ile yaptığı görüşmeden sonra, gazetecilerle konuşurken İran’ın “Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin düzelmesi için arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu” açıkladı...
Bu sözler iki gerçeği ortaya koyuyor:
Birincisi, yeni İran yönetiminin, özellikle Cenevre’de son imzalanan nükleer anlaşmanın verdiği özgüvenle, kendisini arabuluculuk gibi önemli bölgesel roller üstlenebilecek bir aktör olarak gördüğüdür. Yıllar boyunca geri planda kalan İran şimdi izlemeye başladığı dışa açılma politikasıyla uluslararası platformda daha aktif olarak varlığını göstermeyi amaçlıyor.
İkinci gerçek Türkiye açısından biraz acı. Şu bakımdan: Daha birkaç yıl öncesine kadar bölgede özellikle arabulucu veya kolaylaştırıcı rolünü en çok üstlenen ülke Türkiye idi.
Türkiye’nin bir ara kendi inisiyatifi ile üstlendiği uzlaştırma misyonlarının haddi hesabı yoktu diyebiliriz. O kadar ki biz bu köşemizde arabuluculuğun Dışişleri’nin adeta “yeni bir sektörü” haline geldiğini yazmıştık...
Çözümün parçası
Hatırlayalım: Türkiye, Suriye ile İsrail’i barıştırmak için büyük çaba harcamıştı. Türk diplomasisi Suriye ile Irak arasındaki gerginliği gidermek için devreye girmişti. Türkiye bir ara El Fetih ile Hamas’ı, ayrıca Lübnan’daki rakip etnik ve mezhepsel grupları yakınlaştırmak için çok uğraştı. Gene aynı amaçla Türkiye, Pakistan ile Afganistan arasındaki anlaşmazlıkları halletmek için, iki ülkenin liderlerini Ankara’da bir araya getirdi...
Listeyi daha uzatmayalım. Arabuluculuk gerçekten Türk diplomasisinin en yoğun faaliyet alanlarından biri haline gelmişti. Bu faaliyetlerden olumlu sonuç elde edildiği durumlar olduğu gibi, başarısızlığa uğrandığı haller de oldu. Her arabuluculuk girişiminin başarı ile sonuçlanacağına dair bir garanti yok. Ama böyle bir inisiyatif ve çaba dahi, uluslararası takdir ve prestij kazandırmaya yetiyor.
Türkiye’nin böyle bir faaliyet yürüttüğü dönemde avantajı (ve diğer birçok ülkeden farkı) ihtilaflı tarafların hepsi ile iyi ilişkiler ve diyalog halinde olmasıydı.
Ankara son zamanlarda bu “dengeli” pozisyonunu ne yazık ki sürdüremedi. Hükümet birçok meselede aldığı tutum yüzünden “taraf” oldu. Dolayısıyla eskiden olduğu gibi “çözümün bir unsuru” değil, “sorunun bir parçası” haline geldi. Bunun da örnekleri çok: Suriye, Irak, Mısır, İsrail, Filistin...
Dengeli politika
Aslında “ilkesel duruş” ülkeler -veya bir ülke içindeki rakip gruplar- arasında dengeli bir politika izlenmesine, taraflarla yapıcı bir diyalog kurulmasına mani değil.
Açıkçası hükümet eğer biraz önce verdiğimiz örneklerde böyle bir strateji uygulasaydı, hem bugün gene arabulucu veya kolaylaştırıcı roller üstlenebilecekti, hem de bu ülkelerle kavgalı duruma düşmeyecekti.
Neyse ki, en azından Irak politikasında bir ayar yapıldı ve El Maliki yönetimiyle ilişkilerin düzelmesi için bazı adımlar atıldı. Bu sayede Türkiye şimdi Bağdat ile Erbil’i (petrol krizinde) uzlaştırmak olanağına sahip.
Bu da dengeli politikaya dönüşün avantajını hatırlatan bir örnek...