Suriye ile ilgili son diplomatik gelişmeler üzerindeki dünkü yazımızı şu soru ile noktalamıştık: “Diyelim ki kimyasal silahlar sorunu halledildi. Ya iç savaş ne olacak? Akan kanın durması nasıl sağlanacak?”
Halen bütün diplomatik çabalar kimyasal silahların uluslararası denetim altına konması üzerinde odaklanmış bulunuyor.
Başkan Obama’nın askeri müdahale kararını -en azından şimdilik- askıya alması sonucunda Beşar Esad’ın nasıl cezalandırılacağı değil, kimyasal silahların onun elinden nasıl alınacağı ve yok edileceği tartışılıyor.
Şu anda Suriye’de her gün yüzlerce kişinin ölümüne yol açan iç savaşın nasıl durdurulacağı konusu gündemde değil. Suriye’de hayatı normale çevirecek olan bir siyasi çözüm planı da henüz ortalarda yok...
Geçen ay kimyasal silahların kullanılması, her nasılsa uluslararası camiayı harekete geçirdi ve sonuçta bu konu öncelikle masaya yatırıldı. Şimdi diplomatlar bu başlayan sürecin, esas siyasi çözüm arayışlarının -ve Cenevre-2 konferansının- yolunu açacağı umudunu taşıyor.
Bu olur mu, olmaz mı, bunu şimdiki ABD-Rusya görüşmelerinin gidişatı gösterecek.
Aynı eski duruş...
Türk Hükümeti krizin başından beri Suriye’de iç savaşın Esad bir şekilde saf dışı edilmeden, yani rejim değişmeden son bulmayacağı inancı ile hareket etti. Son gelişmeler bu pozisyonu değiştirmedi.
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu çeşitli demeçlerinde, ABD’nin başta planladığı askeri müdahalenin “sınırlı” değil, rejime yönelik “kapsamlı” biçimde olması gerektiğini savundular. Erdoğan’a göre Esad şimdi zaman kazanmaya çalışıyor, kendisine güvenilemez... Davutoğlu’na göre de Rus planı “kozmetik” bir nitelik taşıyor, oysa amaç iç savaşı durdurmak olmalı...
Açıkçası iktidar son diplomatik gelişmelere soğuk bakıyor. Resmen söylenmese de, askeri operasyonun askıya alınması, düş kırıklığı yaratmış görünüyor. Zira Erdoğan Hükümeti’nin temel görüşü, Esad’ın cezasız bırakılmaması, hatta rejiminin alaşağı edilmesi yönündedir.
Oysa şu anda uluslararası camianın çok geniş kesiminin (Rusya-Çin ve ABD-Avrupa dahil) tavrı, askeri değil, diplomatik alanda bir çözüm bulunması yönündedir. Bunun da şu aşamada Esad’sız olamayacağı kanısı yaygın...
Ankara ile uluslararası camia arasındaki bu farklılık Türkiye’yi yalnızlık pozisyonunda bırakıyor. Eğer yeni diplomatik süreç ilerlerse ve sonuç vermeye başlarsa, bu yalnızlığı hâlâ “değerli” diye tanımlamak daha da saçma olacaktır...
İnce ayar zamanı
Daha önce birkaç kez yazdığımız gibi, olayların akışı ve yeni gerçekler, Türk diplomasisinde bazı ince ayarlar yapmayı gerektiriyor.
Suriye meselesinin girdiği yeni aşamada daha akılcı ve pragmatik bir yaklaşıma ve daha esnek bir üsluba ihtiyaç vardır. Aksi halde Türkiye sadece olup bitenlerden hep şikâyet eden ve etrafındakileri sürekli eleştiren bir seyirci durumuna düşebilir, yani yeni sürecin dışında kalabilir.
Oysa bu yeni süreç, Türkiye’nin uluslararası diplomasinin ön saflarında yer alması fırsatını da yaratıyor. Şimdi bunun üzerinde çalışmanın tam zamanıdır.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024