Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İç ve dış sorunlarla dolu yoğun gündem arasında, AB ile ilişkiler konusu adeta unutuldu gitti. Geçen perşembe (12 Eylül) Türkiye ile AB arasındaki bağların temelini atan “Ankara Antlaşması”nın 50. yıldönümü dahi bu arada kaynayıverdi. “Günün mana ve ehemmiyeti” üzerinde ne bir toplantı düzenlendi, ne bir konuşma yapıldı. Medya da yıldönümünü pas geçtiği için, kamuoyu da olayın farkına bile varmadı...
Bunun nedeni sadece Türkiye’nin tüm dikkatini Suriye’den demokrasi paketine kadar çeşitli güncel meseleler üzerinde odaklanmış olması ve başka konularla ilgilenecek vakit bulmaması değil. Esas sebep, Türk halkı gibi, hükümetin ve siyasetçilerin de artık AB ile ilişkiler meselesine kayıtsız kalmasıdır. Diplomatlar bunu “AB yorgunluğu” diye nitelendiriyorlar. İsterseniz “AB bıkkınlığı” da diyebilirsiniz...
Oysa 12 Eylül 1963’te Ankara Antlaşması imzalandığı zaman, Türkiye’de Avrupa topluluğuna girmek konusunda büyük bir heyecan ve coşku vardı. Türkiye için Avrupa ile bütünleşmek bir vizyon ve öncelikli temel bir stratejik hedefti.

Geriye bakılınca...
Elli yıl sonra, bugün gelinen noktada Türkiye hâlâ AB kapısında bekliyor. Etraftaki ülkeler dahi Brüksel’de kendilerine ayrılan koltuklarda otururken, Türkiye koridorlarda kendisini kanıtlayıp kapıyı zorlamaya çalışıyor.
Sonuçta AB’ye duyulan hevesin, heyecanın sönmeye yüz tutmamasına şaşmamalı...
Geriye bakılınca, bu noktaya gelinmesinde Türkiye’nin birtakım eksiklerinin ve yersizliklerinin olduğu kadar AB’nin de isteksizliğinin ve tereddütlerinin başlıca rol oynadığını görmek mümkün.
Ama bu ilişkinin kurulmasının 50. yılında, artık geriye bakmak, kimin daha çok hatalı veya kabahatli olduğunu araştırmak yerine, bundan sonrasına bakmak, bu ilişkilerin ne gibi bir geleceği olabileceğini düşünmek daha doğru olacaktır.
Bu bağlamda Türkiye’nin AB’deki daimi temsilcisi Selim Yenel‘in 50. yıldönümü münasebetiyle Brüksel’de düzenlenen bir toplantıdaki konuşması, esin kaynağı olabilecek dikkat çekici noktalar içeriyor.
Büyükelçi AB’ye seslenirken, şöyle dedi: “Bu ilişkiler nereye gidiyor sorusunu sormak zorundayız. Türkiye’yi içeride görmek istiyor musunuz? Yorgunuz ve bize her şeyi açıkça söylemenizi bekliyoruz... Tam üye olmamızı istemiyorsanız, olmak zorunda değiliz. Başka bir şey de olabilir”...
Konuşmasının başka bir yerinde büyükelçi konuyu biraz daha açtı ve tam üyelik olmadığı takdirde, “farklı ilişkiler”in kurulabileceğini belirtti. O zaman örneğin Gümrük Birliği’nin yerine Serbest Ticaret Antlaşması için müzakereler açılabilir ve bu kez de Türkiye kendi şartlarını getirir.

İleriyi planlama
Kuşkusuz Türkiye’nin tercihi tam üyeliktir. Ama 50 yıl sonra hâlâ bu olamıyorsa, daha gerçekçi, yeni formüller bulmak gerekir. Büyükelçi Yenel bunun AB’den uzaklaşma ve başka alternatiflere başvurma anlamına gelmediğini, aksine farklı bir ilişki düzeniyle AB ile daha sağlıklı bağların kurulabileceğini savunuyor ki, bu bizce de yerinde bir tespittir.
“Ankara Antlaşması”nın 50. yıldönümünde, kutlanacak bir durum yok, ama bu düşünüp ilerisini planlamak için iyi bir fırsattır.