Yazımıza, bir derde merhem olma dileğiyle başlayalım...
Şu anda ‘ÖSYM’nin bir başkanı var mı, yok mu’ inanın bilmiyorum!
Hazret, malum olaylar neticesinde istifa etmişti?
Bunu biliyorum!
‘İstifası kabul edildi mi, edilmedi mi’ inanın onu da bilmiyorum!
ÖSYM yerinde duruyor.
Bunu biliyorum!
ÖSYM yerinde duruyor, ama sorunlar durmuyor...
Sorunlar peş peşe geliyor!
İşte, can yakan bir sorun...
“Ben... Diş hekimiyim ve bu yıl bütün bir sene muayenehanede çalışmak yerine, günde yaklaşık 12 saat ders çalışarak DUS’a hazırlandım. Fakat 10 Eylül tarihinde girdiğim bu 120 soruluk sınavın 11 sorusunun hatalı olduğu, hocalarımız tarafından kaynaklarca tasdik edilerek ortaya kondu. Ben de hakkımı aramak adına ÖSYM’ye soruların iptal olmadı için dava açtım. Çünkü bir sorunun bile insanın hayatını başka bir yöne kaydıran bu sınavda, böyle bir rezalet yaşandığını herkesin duymasını ve artık ÖSYM’nin insanların hayati kararlar verdiği bu tip sınavlarda daha ciddiyetle çalışmasını istiyorum.”
Başkan olmayınca, kimi muhatap alacağız; inanın onu da bilmiyorum!
Diyeceksiniz ki, ‘Hocam, sen neyi bilirsin?’
‘Çok bilenler!’ varken, benim bilgimin kifayetsiz kalacağını biliyorum!
Şaka bir yana, yukarıdaki şikayet çok, ama çok ciddi!
Az buz değil, tam 11 hatalı sorudan söz ediliyor, sınavın neredeyse yüzde 10’u hatalı!
Sayın YÖK Başkanı!
Muhatap bulamadığımdan, bu iddiaların doğru veya asılsız olduğunu size sormak zorunda kaldım.
Konuyla ilgileneneceğinizi umarım...
***
Dün, Kayseri’deydim...
Abdullah Gül Üniversitesi’nin düzenlediği bir atölye çalışmasına katıldım.
‘Yüksek Öğretimde Sosyo-Teknik Üniversite Eğitim Modeli’ adlı çalıştayda, son derece yararlı bilgiler sunuldu.
Rektör Prof. Dr. İhsan Sabuncuoğlu, ‘Bizim üniversite mezunlarımız risk alıp hayattan beklentilerini yükseltiyorlar mı?’ sorusuna, Prof. Dr. Ümit Özlale’den bir alıntı yaparak, şu örneği verdi: “Bu sorunun cevabını, Türkiye - Çin karşılaştırmasıyla vereyim. Türkiye’de son yapılan KPSS’ye (Kamu Personeli Seçme Sınavı) önlisans düzeyinde 1,5 milyona yakın kişi başvurdu. Nüfusu 1,4 milyara yaklaşan Çin’de bu sene yapılan kamu personeli sınavına (National Public Servant Exam) giren aday sayısı da 1,5 milyon dolayında. Üniversite mezunlarının yarısından fazlasının devlet memuru olmayı hedeflediği, nüfusu 15 katından fazla olan bir ülkedekiyle aynı sayıda insanın kamu personeli olmaya bel bağladığı ülkemizde, isterseniz her haftayı ‘Girişimcilik ve İnovasyon Haftası’ olarak kutlayın, sonuç değişmez.”
Çok ilginç bir örnek!
Ayrıca doğru!
Üniversitelerden mezun olan adayların pek çoğu, bir yere kapağı atma derdinde.
Kapağı atacak, kendini garantiye alacak; en sağlamından...
‘Devlet kapısı’ en sağlam olanı, oraya girdin mi, karada ölüm yok!
Yaratıcılık yok, girişimcilik yok, özgüven yok...
Peki, sırf gençler mi sorunlu?
Kesinlikle hayır!
En büyük sorun üniversitelerde!
Gün be gün sayısı artmakla birlikte, 200 dolayındaki (!) üniversitemizin çok azının kendine özgü söyleyecek bir lafı (özelliği) var!
Üniversitelerin çok önemli bir bölümünü; parkları, bahçeleri, kapalı ve açık alanları, havuzları, fiyatları, giriş puanları dışında diğerlerinden ayıran bir fark yok gibi...
Sonuç: Üniversitelerin söyleyecek bir çift sözü olmayınca, mezunların da söyleyecek bir sözü olmuyor.
Onlar da çözümü, sırtını devlet kapısına yaslamakta buluyor!
***
‘Bizim çocuklar yarış atına döndü’ diyorlar...
Bizim çocukların neye döndüğünü, aşağıdaki soru açıklıyor!
PISA’da çıkan bir soru:
Yukarıdaki soruya Türkiye’de 100 öğrenciden 94’ü yanlış cevap vermiş!
Oysa size görsel açıdan sunulanı hemen kabul etmeyip grafiği biraz sorgularsanız, sorunun basitliği de ortaya çıkar. Esas sorun, eğitim sistemimizin yetiştirdiği her 100 çocuktan 94’ünün bu sorgulama refleksini geliştirememesi. Prof. Özlale, ‘kendisine sunulana kolayca inanması üzerine kurgulanan bir eğitim sisteminden yaratıcı düşünen bireyler kolayca çıkabilir mi’ diyor.