Malum, yakında okullar açılacak. Bir müddet sonra hanelerden şu sesler yükselmeye başlayacak: “Çalış, çalışmıyorsun, n’olacak senin bu vurdum duymaz halin, bu kafayla gidersen...’
Kimseyi suçlamayacağım, kimseye de ders vermeye çalışmayacağım; yalnız ebeveyinlerden tek bir ricam var, bu yazıyı önce siz okuyun, sonra da yavrunuza okutun...
Sadece bir örnek, gerçek bir örnek vereceğim; anlayana...
***
Günlerden 14 Kasım 2010 Pazar...
Yanlış hatırlamıyorsam, Kurban Bayramı’nın ya arife günü ya da arifeden bir iki gün öncesi...
Bugünü hiç unutmam, ölene kadar da unutacağımı sanmıyorum.
Hanım kahvaltıyı hazırlıyor, pazar keyfi yapacağım...
Kahvaltı yaparken, gazete keyfi yapacağım...
Gazetenin sayfalarını yavaş yavaş çeviriyorum. Orta sol sayfaya gelene kadar her şey güzel.
Sol sayfanın üst köşesinde bir fotoğraf, aman Allahım...
Bitti, her şey birbirine karıştı...
O gün, o anda bitti; ne pazar kaldı ne de kahvaltı keyfi.
O günün acısı hiç bitmedi!
Evde etrafıma baktım, bir şeyler var; dedim ki ‘ben bunları hak ediyor muyum?’
Sonra ellerime baktım, dedim ki ‘ben bunların hakkını veriyor muyum?’
O fotoğrafı yazıya iliştirmedim, çok acı...
Bu olayı konferanslarda hep anlatırım, her anlatışımda gözlerim dolar, bazen sesim titrer...
Bu olay beni çok etkiledi, şunu anladım; okumak ne kadar değerliymiş... Onun için neler feda edilirmiş!
***
Yer, Şırnak...
4 yaşındaki Nujiyan ile 6 yaşındaki Beşir, her gün 1 TL kazanmak için köyde buldukları hurdaları topluyorlar. Günde iki kilo, haftada on kilo...
Haftada bir Şırmak’a hurdacı geliyor; ver on kiloyu, al 10 TL’yi...
Hurdacılardan aldıkları parayla da kendilerine kalem, defter, silgi alıyorlar. Nujiyan seneye anaokuluna, Beşir de ilkokula başlayacak. Şimdiden havaya girmişler, okuyacaklar...
Çocukların babası, Abdulgafur İdem: “Yedi çocuğum var. Köyümüzde gönüllü koruculuk yapıyorum, maaş alamıyorum. Maddi sıkıntım olduğu için yevmiyem çıksın diye bazen günübirlik Irak’a gidiyorum. Çocuklarım her gün evin etrafında hurda bakmak için dolaşırlar. Nerede büyük ve ağır demir parçası bulsalar hurdacılar iyi para verirler diye eve getirirlerdi. Param olmadığını bildikleri için benden oyuncak falan hiç istemezlerdi.
Nujiyan, hurda toplarken, ayağındaki eski ayakkabısı yırtılmış. Arkadaşının ayağında kırmızı ayakkabı görmüş, ondan istedi. Ben de Irak’ta ucuz olduğu için bayramda giyer diye getirecektim. Seneye okula gidecekleri için hurdalardan aldıkları parayla kalem, defter alıyorlardı. Köye gelen hurdacılar onların topladığı hurdalara 1 TL veriyordu. Her gün 2 kiloya yakın topluyorlardı, eve çok yorgun geliyorlardı. Ben çocuklarımın ellerinin hurda değil, kalem tutmasını istedim hep, ama buna mecburduk.
Bir hafta önce Irak’tayken kötü bir rüya gördüm. Annemi aradım ‘Evde, çocuklarda bir şey var mı, kötü rüya gördüm’ dedim, sanki içime doğdu...
Nerede büyük ve ağır demir parçası bulsalar, hurdacılar iyi para verir diye eve getirirlerdi. O gün de, ağır cisme iyi para verirler diye alıp götürmüşler. Yani bombayı evin önüne getirmişler. Buldukları hurdaları çöp poşetine koyarlardı. Onu da poşete koydukları anda ellerinde patlamış .
... sanki içime doğdu. Beşir seneye okula gidecekti ama şimdi kalem tutacak eli bile kalmadı. Nujiyan’ım da kalem parası için öldü.”
***
Gazetedeki fotoğrafa gelince...
Beşir’i ameliyattan yeni çıkarmışlar, babası eğilmiş, yavrusunun başında. Beşir’in İki eli kesilmiş, tek gözü sarılı, kaybetmiş. Yavrum, tek gözünle kameraya gülümsemiş. Hayatımda gördüğüm en acı fotoğraf, hayatımda gördüğüm en güzel gülümsemeydi...
İşte, böyle...
Herkes neyi yapması gerektiğini bilecek, kimsenin bir şey demesine gerek yok!