Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin yıllık AB karnesi yayınlandı. Bu karneler Türkiye’nin toplumsal, siyasal, ekonomik resmini göstermek bakımından kuşkusuz ki yararlı. Ne var ki, AB Komisyonu raporlarının Türkiye üzerindeki etkisi ve önemi her yıl biraz daha azalıyor.
Raporların amacı, AB’e tam üyelik için görüşmeler yapılan bir üyenin AB’nin siyasal, ekonomik ölçütlerine uyup uymadığının, üyelik için gereken yükümlülükleri yerine getirme kapasitesine sahip olup olmadığını saptamak. Oysa, Türkiye ile AB arasında tam üyelik görüşmelerinin başladığı 2005 yılına göreli olarak Türkiye’nin üyeliği daha yakın değil, daha uzak. 18 başlık, Kıbrıs Rum Yönetimi ya da Fransa’nın tutumu nedeniyle askıya alınmış durumda. Görüşmeye açılan başlıklar ise kapanmamış. Yakında üzerinde görüşme yapılacak başlık kalmayacak.
Kıbrıs bu aşamada en büyük engel gibi gözüküyor. Türkiye’de kamuoyu, KKTC ile ilgili olarak verdiği sözleri tutmayan, son olarak KKTC’nin izolasyonunu hafifletecek tüzüğü de yaşama geçirmeyen AB’nin, Türkiye’den limanlarını Kıbrıs Rum Yönetimi gemilerine açmasını istemeye hakkı bulunmadığını düşünüyor. Genişlemeden sorumlu AB Komisyonu üyesi Stefan Fule Türkiye-AB ilişkilerinde bir tren kazasından söz etti. Bu durumda AB Komisyonu’nun raporu da önemini yitiriyor. Aynı rayda giden iki tren hızla birbirlerine yaklaşırken, bizim trenin restoranındaki servisin ne denli iyi olduğu bir anlam taşımıyor.
Bu nedenle, AB Komisyonunun Türkiye’nin önümüzdeki aylarda kamu ihaleleri konusuna ve isçilik haklarına öncelik vermesi yolundaki tavsiyelerini Hükümet duymamazlıktan gelebiliyor.
Ayrıca, AB Komisyonu raporundaki değerlendirmeler yer yer çelişkili, tutarsız, yüzeysel ve çoğu kez tek yanlı. Örneğin, basın özgürlüğü konusunda rapor, bir yandan basının siyasal saldırılar altında bulunduğunu, hükümeti eleştiren basına uygulanan vergi cezaları nedeniyle basının kendi kendini sansür etmek zorunda kaldığını, gazetecilere karşı açılan çok sayıda davanın basın özgürlüğünü çiğnediğini belirtirken, öte yandan Türkiye’de özgür tartışma alanının genişlediğini söylüyor.
Bir yandan kadın-erkek eşitliği alanında ilerleme olduğunu ileri sürerken, öte yandan kadın STK’larının ilgili makamlarla diyalog ve işbirliğinde düşüş olduğu, namus cinayetlerinin arttığı görüşüne yer veriyor.
Çocuk haklarıyla ilgili anayasa değişikliğini överken, Hükümet’in neden B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceleri kaldırmadığını sorgulamıyor.
Rapor, Anayasa’da yapılan sendikal haklarla ilgili değişiklikleri olumlu buluyor. Belli ki bu bolumu yazanlar, işçi ya da kamu çalışanları sendikaları yöneticileriyle konuşmamışlar. Ama ayni rapor, Türkiye’de sendika haklarının AB standartlarına ve ILO Sözleşmeleri’ne uygun olmadığını belirtiyor.
Raporu yazanlar anayasa değişikliklerini pek sevmişler. Rapor, değişiklikleri olumlu yönde atılmış bir adım olarak nitelendiriyor. Referandumda halkın % 42’nin neden ‘hayır’ oyu verdiği ile ilgilenmiyor. Anayasa paketinin hazırlanması ve kabulü sürecinde siyasal partiler ve sivil topluma danışılmadığı görüşüne yer veriyor, ama bunun sonuçlarına değinmiyor.
Yargı ile ilgili anayasa değişikliklerini de olumlu buluyor rapor. Yargının yürütmenin denetimi altına girmesinin demokrasi ile nasıl bağdaştığını sormuyor.
Rapor genelinde, Türkiye’de askerin siyasetteki rolünün azalmasının demokratikleşme için yeterli görüyor. Buna karşılık siyasal iktidarın giderek otoriterleştiğini göz ardı ediyor. Türkiye’de siyasal iktidarın özgürlüklerin alanını daralttığını, tüm gücün tek bir elde toplandığını görmüyor.
AB Komisyonu’nun bu tutumunu birkaç nedenle açıklayabiliriz:
a. AB Komisyonu’na Türkiye ile olarak verilen bilgiler iktidar kaynaklı. Muhalefet şimdiye dek meydanı bos bırakmış.
b. AB Komisyonu olumsuz bir rapor yazarak AB içindeki Türkiye karşıtlarının elini güçlendirmek istemiyor.
c. Türkiye’nin yarı demokratik bir İslam ülkesi olması, AB’nin işine geliyor. Böylelikle Türkiye’nin AB üyeliğinden dışlanması kolaylaşıyor.
Türkiye’nin AB üyeliğinin inandırıcı olabilmesi için, demokrasinin önündeki engelleri kaldırması ve Bati uygarlığına aidiyeti konusunda açık olması, AB’nin de böyle bir Türkiye’nin üyeliği önündeki siyasal engellerin kalkacağını belirtmesi gerekiyor.