Son Ergenekon dalgasında gözaltına alınan gazetecilerden Nedim Şener ile Ahmet Şık’ı anlamaya çalışıyorum. Her ikisinin de ortak yanı cemaatle ilgili araştırma yapıp kitap yazmak. Şener ile Şık basının özgür, yargının bağımsız olduğu gerçek bir demokraside mi yaşadıklarını sanıyorlar? Cemaatle ilgili kitaplar yazar, devlerin ayağına basarlarsa, evlerinde oturmalarına izin verilmeyeceğini bilmiyor olabilirler mi? Erzincan Savcısı Cihaner ya da Hanefi Avcı’dan hiç mi öğrenmediler?
Ahmet Şık’ın gözaltına alınırken, “dokunursan yanarsın” feryadından, Nedim Şener’in yazılarından, başlarına geleceği bile bile, bu konuları araştırıp kitap yazdıkları anlaşılıyor. O zaman, yazdıklarını, gazetecinin gerçekleri ortaya çıkarma ve halkı bilgilendirme sorumluluğuna ve özgürlüğüne sahip çıkma olarak görmek gerekir.
Arama ve tutuklamaların doğurduğu pek çok sorun var. Bir kere evlerde yapılan aramaların hukuka uygunluğu kuşkulu. Aramalarda, suç kanıtlarının elde edilebileceği konusunda makul bir kuşkunun bulunması, arama nedenini oluşturan eylemin, aranılacak kişinin ve arama yapılacak konutun açıkça belirtilmesi gerekir. Bu ölçütlere uyulmadığı görülüyor.
Gazeteciler, “Ergenekon terör örgütü üyeliği” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekle” suçlanıyorlar. Bunun gerekçesi, Soner Yalçın’ın bilgisayarında, imzasız, kimden geldiği belirsiz bir dosyada Nedim Şener ve Ahmet Şık’la ilgili bazı sözlerin bulunması. Bir de Ahmet Şık’ın yazmakta olduğu, “İmam’ın Ordusu” adli kitabın Soner Yalçın’ın bilgisayarından çıkması. Yayınlanmamış bir kitabın bir gazetecinin bilgisayarından çıkmasının nasıl bir suç oluşturduğu belli değil. Mahkeme’nin bu kanıtlara dayanarak güçlü bir kuşkunun var olduğunu kabul etmesi ve her iki gazeteciyi tutuklamasının AİHM’de yeni bir ihlal kararı nedeni olması beklenmeli.
Hükümet’in “tutuklamaların bizimle ilgisi yok. Yargının kararı. Yargılamayı beklemek gerek” savunması şu nedenlerle inandırıcı değil:
a. Referandumdan sonraki uygulamalar, yargının iktidarın denetimi altına girmesi sonucunu doğurdu. HSYK’nın oluşumu, yaptığı atamalar bunun somut örneği. Bu durumda iktidarın, yargının kararlarından sorumlu olması kaçınılmaz.
b. Soruşturmalarda polisin oynadığı ağırlıklı rol, artık iyice anlaşıldı. Polis yürütmeye bağlı. Polisin eylemlerinden elbette iktidar sorumlu tutulacak.
c. Basın üzerindeki baskılar, muhalif gazetecilerin cezaevlerine konulması, bir yargı sorunu olmaktan çıkıp bir özgürlük sorunu haline geldi. Buna çözüm bulmak iktidarın sorunu.
Son tutuklamalar, Türkiye’deki basını baskı altına almanın değişik yöntemleri olduğunu gösteriyor. Cemaatlere dokunan ya da Nedim Şener’in Hrant Dink kitabıyla yaptığı gibi, polisi rahatsız eden gazetecilere karşı doğrudan saldırıya geçiliyor ve bu gazeteciler cezaevine konuluyor.
Başka etkili bir yöntem, ekonomik ve mali baskılarla gazeteleri var olup olmamak arasındaki ince bir çizgide tutmak. Bunun sonuçlarını gazete başlıklarında, haberi veriş biçimlerinde görüyoruz. Sonra, Sn. Başbakan’ın açıkça söylediği gibi, patronlardan gazetelerindeki köşe yazarlarını, iktidarın çizdiği çizgiler içinde kalmalarını sağlamalarını istemek. Bu çizgiler içinde kalmayan gazeteciler ya çıkarılıyor, ya da son günlerde olduğu gibi yazmamaları ya da daha az yazmaları isteniyor.
Daha küçük baskılar da var. Başbakan’ın basın toplantılarında gazetecilere hangi soruları sormamaları gerektiği fısıldanıyor. Buna uymayan gazetecilerin akreditasyonları iptal ediliyor. Tüm bu baskılar, Türkiye’de sindirilmiş, korkutulmuş, otosansür uygulayan bir basın ortaya çıkarıyor. O nedenle Türkiye, Freedom House raporunda “kısmen özgür devletler” sınıfına giriyor.
Giderek açığa çıkan gerçek şu: Bugün Türkiye’de, bir hukuk, özgürlük, demokrasi mücadelesi verilmekte. Bu denklemin bir yanında siyasal iktidar, öbür yanında baskıya karşı direnen, demokrasi, özgürlük, hukuk devletine saygı isteyen yurttaşlar var. Askeri vesayet artık denklemin bir öğesi değil. Askeri vesayet korkusunu sürdürmeye çalışmak, Türkiye’deki gerçek çelişkinin üstünü örtmek çabasından başka bir şey değil.
Özgürlük, demokrasi, hukuk mücadelesinin kazanılması, her şeyden önce, bu gerçeğin anlaşılmasına bağlı.