Ülkelerin en önemli sermayesinin beşeri sermaye olduğu ve eğitimin de bu sermayenin niteliğini artırmada en önemli araç olduğu artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Ülkeler beşeri sermayelerinin niteliği üzerinden rekabet etmektedir. Bu bağlamda eğitimde fırsat eşitliği rekabetin ana gündemini oluşturmaktadır. Fırsat eşitliği iki boyutlu olup birinci boyutu erişimle, yani eğitim çağ nüfusunun eğitimin her kademesine ne kadar erişebildiği ile ilgilidir. İkinci boyutu ise erişilen eğitimin kalitesi ile ilişkilidir. Bir başka deyişle erişilen eğitimin kalitesindeki farkların boyutu eğitimde fırsat eşitliğini doğrudan etkilemektedir.
Ülkemizde eğitimde fırsat eşitliğinin birinci boyutu, yani erişimle ilgili sorunlar büyük oranda son 20 yıldaki devasa yatırımlarla çözülmüştür. Örneğin, 2000’li yıllarda lise çağ nüfusunun nerdeyse yarısı ortaöğretime eriş(e) mezken günümüzde bu oran %99’ların üzerine çıkmıştır. Benzer şekilde yükseköğretimde net okullaşma oranı bu dönemde %10’lardan %45’lerin üzerine çıkmıştır. Erişim sorununu çözmek için derslik sayıları iki katına çıkartılmış, sistemdeki öğretmen sayısı 500 binlerden 1,2 milyon seviyelerine yükseltilmiştir. Diğer taraftan erişimi kolaylaştırmak için ücretsiz ders kitaplarından ücretsiz yemeklere, konaklama imkânlarından burslara ve Şartlı Eğitim Yardım (ŞEY) larına kadar çok sayıda sosyal politika istikrarlı bir şekilde uygulanmıştır. Bu dönem sonunda özellikle sosyoekonomik seviye olarak görece dezavantajlı kesimler ve kız çocukları eğitime rahat bir şekilde erişebilmiştir. Artık kız çocuklarının eğitim kademelerine erişim oranı erkek çocuklarıyla benzer oranlara sahiptir. Hatta yükseköğretimde kadınların yükseköğretimde hem okullaşma hem de mezuniyet oranları erkeklerin oranlarını geçmiştir. Kısaca, eğitimde fırsat eşitliğinin birinci boyutunu oluşturan eğitime erişim sorunu artık büyük oranda çözülmüştür.
Kalite Sorunu Devam Ediyor
Eğitimde fırsat eşitliğinin ikinci boyutu yukarda da ifade ettiğimiz gibi erişilenin kalitesi ile ilişkilidir. Maalesef erişilen eğitimin kalitesi ile ilgili önemli sorunlar önümüzde durmaktadır. Son dönem PISA ve TIMMS araştırmalarında ülkemizin karnesi her döngüde iyileşmesine ve alt yeterlik seviyesindeki öğrenci oranları azalmasına rağmen okullar arası başarı farkları önümüzde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Artık tüm eğitim politikalarımızın odağını eğitim kalitesi oluşturmalıdır. Elbette 20 yıl gibi kısa sürede kitleselleşme ile öğrenci sayısında sağlanan önemli artışla kalitenin aynı ölçekte iyileştirilmesi kolay değildir. Ancak, eğitimde erişim sorununu kısa sürede çözen ülkemiz bu sorunu da çözebilecek kapasiteye sahiptir.
Elbette bu sorunun kökeninde çok sayıda faktör bulunmaktadır. Örneğin, 1999 yılında yürürlüğe giren ve kesintisiz on yılın üzerinde yürürlükte kalan ve ‘katsayı uygulaması’ olarak bilinen uygulama sadece meslek liselerini ve imam hatip liselerini etkilememiş, liseler arası başarı farklarını derinleştirerek eğitim sisteminin hiyerarşik yapısının daha belirgin olmasına yol açmıştır. Bu yanlış eğitim politikalarının etkileri zayıflamış olmasına rağmen sürmektedir.
Bir diğer faktör, öğretmenin kıdem yılı ile öğrencinin akademik başarısı arasındaki ilişkinin gelişmiş ülkelere göre bizde çok daha güçlü olmasıdır. Bir başka deyişle, yeni mezun olmuş bir öğretmenin öğrencinin akademik başarısına katkısı, kıdem yılı yüksek öğretmeninkine göre olağan olmayacak şekilde düşüktür. Dolayısıyla öğretmenler okullarda kıdem yılına göre heterojen ve dengeli bir şekilde dağılmadığında, kıdem yılı yüksek olan daha fazla öğretmene erişen öğrencilerle erişemeyen öğrenciler arasındaki başarı farkları artmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bu farkın son derece küçük olması, bizde öğretmen yetiştirme ve mesleki becerilerini geliştirme alanlarında sorunlar olduğuna işaret etmektedir. Bu sorunun masaya yatırılması ve iyileştirilme sağlanması eğitim kalitesinin artırılmasında kritik öneme sahiptir.
Diğer taraftan, özellikle ailelerin okul dışı aktivitelere giderek artan önemli yatırımları da bu farkı her geçen gün artırmaktadır. Okul çoğu kez okul dışı aktivitelerle oluşturulan farkları telafi etmede yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle okulların, okul dışı bu tip imkânlardan yararlanamayan ve görece sosyoekonomik seviye olarak dezavantajlı öğrencileri destekleyecek ilave destek programlarına sahip olmaları sağlanmalıdır. Bu amaçla öğrencilerin bireysel gelişimlerini izleyebilme ve bireyselleştirilmiş eğitimi destekleme kapasitesi okullarda güçlendirilmelidir. Öğretmenlerin bu bağlamda kapasiteleri geliştirilmeli ve desteklenmelidir. Bu kapsamda yapay zekâ destekli dijital platformlar önemli katkılar sağlayabilecektir.
Eğitim sistemi dışındaki yapay zekâ teknoloji uygulamalarında elde edilen bulgular, bu tip teknolojilerin işletmelerde özellikle düşük performans gösteren çalışanların verimliliklerini artırdığı ve böylece düşük ve yüksek performans gösteren çalışanlar arasındaki performans farklarını azaltarak verimlilik ölçeğini sıkılaştırdığına işaret etmektedir. Dolayısıyla, benzer etki eğitim sistemleri için de geçerli olacaktır. Bir başka deyişle, yapay zekâ ürünleri ile eğitim sistemlerinin en büyük sorun alanı olan öğrencilerin akademik başarıları arasındaki farkları azaltmak mümkün olacaktır. Böylece öğrenciler eksikliklerini telafi etmeye yönelik destekleyici içerikleri öğretmeninin rehberliğinde kullanabilecek ve öğretmen her bir öğrencinin kişisel gelişimini yakından takip edebilecektir.
Önemli Bir Gelişme Alanı Olarak Okul Öncesi Eğitim
Eğitimde fırsat eşitliğini artırmada yukarda değinilen alanlarda iyileştirmeler yapmanın ötesinde en önemli politika alanını okul öncesi eğitime erişim oluşturmaktadır. Okul öncesi eğitime erişim, aynen kıdem yılı yüksek öğretmene erişim gibi öğrencinin başarısını doğrudan etkilemektedir. Dahası, okul öncesi eğitim sadece akademik başarıda değil, ayrıca öğrencilerin sosyal ve duygusal açıdan gelişimlerinde de çok önemli katkılar sağlamaktadır. Okul öncesi eğitimin yaşam boyu etkisi çok daha yüksek olduğu için eğitim literatüründe ‘yatırım maliyeti en düşük, getirisi en yüksek’ eğitim kademesi olarak tanımlanmaktadır. Okul öncesi eğitime erişimdeki iyileştirmeler mevcut eğitim sistemimizde fırsat eşitliğinin ikinci boyutuna doğrudan etki edecek ve başarı farklarının azalmasını kolaylaştıracaktır.
Gelinen noktada okul öncesi eğitime erişim, eğitimin niteliğindeki farkları azaltmasının ötesinde nesillerin daha sağlıklı yetişmesine de çok önemli destek sağlayabilecektir. Okul öncesi eğitime erişimde OECD ortalamasının altında olduğumuz da göz önüne alındığında bu alanda son dönemde atılan adımların sürdürülmesi ve güçlendirilmesi son derece hayatidir.