Saat sabahın beşi olmuştu, İsrail’de, Ben Gurion Havalimanı’nın geliş kısmından üst kattaki gidiş kısmına çıkarılmış, orada bir odaya oturtulmuştum.
Az sonra yeni bir MOSSAD ajanı girdi odaya.
Gece boyunca konuştuğum diğer ajanlar gibi o da sivil kıyafetliydi ama diğerlerinden daha rütbeli olduğu da her halinden belliydi.
Elinde pasaportum, sayfaları teker teker çevirdi sonra pasaportu bana doğru uzatarak “Bu vize pasaportunuzda neden var?” diye sordu.
Gösterdiği sayfada, Suudi Arabistan’ın sınır kapısında verilmiş VIP vize vardı.
Gece boyunca konuştuğum bilmem kaçıncı MOSSAD ajanının sonuncusundan da aynı soruyu duyunca sinirlerim bozuldu, önce gülümsedim sonra tekrar anlatmaya başladım:
“Buraya Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün temaslarını izlemek için geldim. Gördüğünüz vize, Başbakan Erdoğan’ın heyetinde yer aldığım Darfur ziyaretinden sonra gittiğimiz Suudi Arabistan’da verilmiş bir vizedir. Başbakan’ın uçağıyla geleni ülkeye almıyoruz demeyecekleri için bu vizeyi verdiler herhalde...”
Konuşma bu şekilde ilerlerken telefonum çaldı, ekranda İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğu Basın Danışmanı Korin Penso’nun adını görünce izin bile istemeden açtım telefonu.
Gece, ilk sorgudan sonra SMS yollayıp, kapıda kaldığımı anlatmıştım Korin’e, “Hâlâ bırakmadılar beni” deyip görevliye verdim telefonu. Arayan Türk-Yahudi toplumundan biri üstelik İsrail Konsolosluğu’nda çalışıyor, şimdi sorun bitecek rahatlığı ve biraz da bana haksızlık ettiniz bakışıyla konuşmayı dinlemeye başladım.
Korin, Sabah Gazetesi’nin hem yazarı hem de haber koordinatörü olduğumu, beni şahsen tanıdığını anlattı uzunca bir süre.
Adam her söyleneni yine kağıda yazdı ve sonra Korin’e “İsrail vatandaşı mısınız?” diye sordu.
Korin “Hayır” yanıtını verince, “Sizin verdiğiniz güvenceyi kabul edemeyiz” diyerek sonlandırdı konuşmayı.
Sonra mı, yaklaşık iki saat daha bekletildim o odada sonra ABD’den gelen bir ‘temiz’ faksından sonra ülkeye girebildim.
İsrail’in uygulamalarına kızıp da Türk Yahudilerinin ibadetlerini ya da yaşamlarını zorlaştırmayı protesto sananların haberi olsun, Türk Yahudileri İsrail’de normal bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı tavrı görüyorlar.
Daha fazlası ya da farklısını değil...
TÜRKİYE REKLAMLARINA YASAK...
2005 senesiydi, A Milli Takım futbolcuları, İsviçre Milli Takımı oyuncularıyla tekme tokat kavga etmiş, koridorlarda kovalamaca yaşanmıştı.
UEFA’da yapılan yargılamada kavgaya dair Türk medyasında yayımlanan fotoğraflar aleyhte delil olarak masaya konmuş ve ardından da ceza kararı gelmişti.
Milli menfaat için medyanın görmezden gelmesi talebi 1990’lı yıllarda terörle mücadele sürecinde başlamış ama bu olaydan sonra aynı tartışma tüm ülkeye yayılmıştı.
Almanya’nın iki haber kanalı, N24 ve n-tv, “İzleyicilerimizi rahatsız etmek istemiyoruz” gerekçesiyle Türkiye reklamlarının yayınını durdurma kararı aldı.
Reklam dediğim, Türkiye’nin Almanya’ya eleştirilerinin sıralandığı bir metin değil.
Almanya’da çok sevilen futbolcu Lucas Podolski ve global şirketlerde tepe yöneticisi olan isimlerin Türkiye’ye dair düşüncelerini açıkladığı bir imaj reklamı.
Parası verilerek yayınlanan bir reklam filmine bile tahammül edilemediği bir ortamda, Almanya’ya sütten çıkmış kaşık muamelesi yapmanın adı ilericilik falan olamaz.
Bu tavır, ancak işkembe çorbasından çıkan kaşık muamelesi görmeyi hak ediyor.
TEK EKSİĞİMİZ CİHAT...
Bu sene yapılan LYS’ye giren lise son sınıf öğrencilerinin istatistiklerini yazalım şuraya:
- 80 matematik sorusundan ortalama 16,15’ine doğru cevap verebilmiş öğrenciler.
- Fizik bölümündeki 30 sorudan ortalama doğru yanıtı 7,26. Bu rakam kimyada 10,83; biyolojide de 10,69 seviyesinde kalmış.
- Ana dilimiz Türkçe testinde 56 soru var, ortalama doğru cevap sayısı 21,78. Coğrafyada 24 soru var, doğru ortalaması 9,2.
- İngilizce, Fransızca ve Almanca testlerinde 80’er soru sorulmuş öğrencilere, ortalama doğru sayısı 40’ı bulan yok.
Güngör Dilmen Kalyoncu’nun ‘Kurban’ adlı tiyatro oyununda, üzerine kuma getirilen Zehra kadının gelin alayına kapıyı açmamasıyla başlayan acı olaylar zinciri anlatılır. Zehra kadını ikna etmek isteyen köy muhtarı, “Peygamber efendimiz bile eşinin üzerine kaç hanım aldı, aç kapıyı” der. Zehra kadın da tüm Anadolu bilgeliğiyle cevap verir:” Peygamber efendimizin tüm dediklerini tuttunuz da, bir karı üzerine karı almak kaldı, öyle mi?”
Eğitimdeki her sorunu halletik de geriye tek tartışma ‘cihat okutulsun mu okutulmasın mı’ kaldı, öyle mi?
EMLAK VERGİSİNDE HAKSIZLIK...
1 yaşındaki arabayla 10 yaşındaki arabanın vergisi farklı değil mi?
Ama 1 yaşındaki son derece lüks bir apartman dairesiyle, aynı caddede, aynı metrekarede, satış fiyatı yeni dairenin 3’te 1’i olan 30 yıllık bir evin emlak vergisi aynı.
Şaka değil, emlak vergisinde cadde değerleri üzerinden yapılan hesaplamalar çok uzun zamandır içinde haksızlıklar barındırıyor.
Devletin vergi kaybının önüne geçmek için rayiç bedelleri yükseltmeye çalışması doğru ama binaların yaşını da dikkate almak lazım...