Türkiye’de sol-sosyal demokrat görüşün en büyük endişesi demokratik yarışın iki partili hale gelmesi olmuştu.
Sağ partilere giden oylar her zaman daha fazla olduğu için böyle bir senaryoda, sol görüşün asla iktidar olamayacağından endişe edilirdi.
Gariptir, bir zamanlar bu endişeyi dile getirenler bugün sistemi iki partiye indirmeye çalışıyorlar.
İYİ Partili isimler, televizyon programlarında 1 Nisan sabahı, AK Parti, İstanbul, Ankara, İzmir’i alırsa diye başlayan sorulara muhatap oldular.
Siyasi partiler seçimlere girmek için kurulurlar, zaman zaman ittifak ve iş birlikleri gündeme gelebilir elbette ama bu ittifaka girmiyorsan seçime neden giriyorsun gibi bir sorgulamaya dönüşmemeli.
O sorgulama başlarsa ortaya bir başka demokrasi ayıbı çıkar.
Demokratik sistemlerde siyasi partilere yetkiyi seçmen verir. Mayıs’taki seçimlerde gördük ki, ittifak diye, halk desteği yüzde değil binde diye ifade edilen partiler kurulan masada eşit yetki aldılar, bindelik bir parti istemiyor diye İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş vaadi ortak mutabakat metnine dahi yazılamadı. Demokrasi çoğunluğun azınlığa tahakkümü değildir ama azınlığın çoğunluğa tahakkümü hiç değildir.
Bir başka garabet TKP Kadıköy Adayı Maçoğlu’na gösterilen tepki.
Tunceli’ye Başkan seçildiğinde Maçoğlu’na övgüler düzen medya mensupları şimdi Maçoğlu’na en ağır eleştirileri yöneltiyorlar.
Demek ki “Komünist Başkan” diye sevilmek için illa CHP’nin zayıf olduğu bir yerden aday olmak gerekiyormuş.
Aynı düşünce yapısı, bir zamanlar neo-liberal politikaların uygulayıcısı Özal’dan çok “Bir bölen” diye tanımladıkları Bülent Ecevit’e kızardı.
Partiler, başka partilerin emanet oylarıyla iktidar olmayı mı hedeflemeli yoksa iyi kadro, iyi program ve halka güven veren bir strateji izleyerek iktidar olmaya çalışmayı mı?
Türkiye’de kafalar fena halde karışmış durumda ve bu garip tartışma merkezi yönetimi etkilemeyecek bir yerel seçim arifesinde yaşanıyor.
O zaman şunu sormak lazım, mesela İYİ Parti ne zaman tek başına seçime girebilir,
CHP izin verdiğinde mi?
Türkiye’de iki partili sistem olmasın diyenler bugün sonuna kadar iki partili bir sisteme dönmeye çalışıyorlar ve bunun farkında bile değiller.
Silahlı liseliler…
Daha önce Eyüpsultan ve Küçükçekmece’de olmuştu, son örnek de Esenyurt’ta yaşandı.
Artık belinde ateşli silahlar taşıyan ve bunu kullanmaktan çekinmeyen lise öğrencileri çağına geldik.
İşin sadece polis ve kanun kısmını konuşursak hata yaparız.
Aile Bakanlığı bu çocukların yetiştiği ev ortamını, Millî Eğitim Bakanlığı da, okullarda aldıkları öğretimi değil eğitimi sorgulamalı.
Lise talebesi belinde tabancayla dolaşmaz, lise talebesinin tabancaya bu kadar kolay ulaşımı da olmaz.
İleride çok canımız yanmaması için şimdiden önlem almamız lazım…
Dikkat! Kast sistemi tehlikesi…
Kişinin doğduğu toplumsal sınıfa göre değerlendirildiği kast sistemi çok gerilerde kalmıştı, bugün dünya ve biz başa dönüyoruz.
Özel okul fiyatları bu hızla artmaya devam ederse ileride sadece zengin çocukları özel okullara gidebilecek.
Üstelik ara sınıflarda zam oranını devlet belirlediği için okullara giriş her sene daha da pahalanacak.
Bir ilkokul düşünün, 1-2-3 ve 4. sınıftaki öğrencilerinin ödedikleri para arasında dağlar kadar fark olacak.
Özel okullar, sokağın farkında ve devletin sırtından aldıkları eğitim yükü kadar teşvik istiyorlar.
Haksız da değiller, brüt ücreti 49 bin lira olan bir öğretmenin eline devlette 39 bin, özel okulda 29 bin lira geçiyor.
Fiyatı aşağıya çekmek kaydı şartıyla bu haksız rekabeti ortadan kaldırmak bile bir adım olacaktır.
Bu olmazsa, işini iyi yapan okullar kaybeder, merdiven altı okullar kazanır…