Kendi tabanından ve iktidara karşı olan herkesten dokunulmazlık istiyor Ekrem İmamoğlu.
İstediği dokunulmazlık milletvekilliği dokunulmazlığından çok daha fazlası.
Başkan kendisini eleştirenleri “Bilerek ya da bilmeyerek başkalarının değirmenine su taşımakla” itham etti ya, ondan söz ediyorum.
Bu “başkaları” kısmını açmak lazım:
İmamoğlu’nun başkaları kümesindeki isimlerden birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan ise diğeri de CHP Genel Merkezi’nde Kılıçdaroğlu’nun aday olması için uğraşan ekip olmalı.
Yani iktidara muhalifseniz ve Kılıçdaroğlu’ndan da seçim kazanacak performans beklemiyorsanız, “Beni eleştirmeyin”, “Beni yıpratmayın” demeye getiriyor İmamoğlu.
Bizim demokrasimizde seçim sonuçlarını muhalefetin halka umut vermesi değil, vatandaşın iktidarı cezalandırmak için oy kullanması belirliyor maalesef.
Bugüne kadar bu kaide iki kere bozuldu.
Biri, 5 Haziran 1977 seçimlerinde Ecevit’in CHP’si halka “Biz daha iyi yönetiriz” güvenini verdi; ikincisi, darbenin ardından yapılan 1983 seçimlerinde Turgut Özal vatandaşı ikna etmeyi başardı.
Seçim kazanmak için, halka umut olmak yerine, halkın iktidara kızgınlığını araç olarak kullanan muhalefet anlayışı zaten sıkıntılı bir anlayıştı, buna bir de “İktidara kızgınsanız beni eleştirmemelisiniz” anlayışı eklenirse, işin içinden hiç çıkamayız.
“Bana yapılan eleştiri rakiplerimin işine yarar, sonra Erdoğan yine seçilir” anlamına gelecek, aba altından sopa gösteren bir cümle, “Vız gelir, tırıs” gider cümlesinden çok daha sakat bir cümle aslında.
‘Vız gelir, tırıs gider’ yerine kurulabilecek cümleler
Kendisi gibi düşünen kişilerin eleştirileri altındaki bir kişi için “Vız gelir tırıs gider” demek son seçenek bile olmamalı.
“Yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın” demişti Mao, farklı fikirleri aşağılamadan, fikrine sahip çıkmak mümkün yani.
“Kenetlenmiş dişlerle özgürlük türküsü söylenemez” demişti Meksikalı yazar Alfonso Reyes.
Alıntı yapılabilir bir cümle bu da, “En farklı düşüncede olduklarımızı bile yok saymadan, toplumsal barışı sağlayacağız” diye devamı da getirilebilirdi.
Herkesin bildiği bir de Voltaire cümlesi var değil mi, “Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum ama düşündüğünüzü söyleme hakkınız için ölene dek savaşacağım” diye aklımıza kazılı olan cümle.
Aslında “Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum” kısmı aynı, İmamoğlu cümlenin devamında ayrılır Voltaire’den, “Siz söyleyin, umurumda bile olmaz” diyor.
Ülke yönetimine talip olan birinin krizlerin öznesi olmaması, özne olursa da bu yönetmesi gerekir ve beklenir.
Bu açıdan bakınca, Ekrem İmamoğlu’nun en büyük rakibi yine Ekrem İmamoğlu gibi duruyor.
Eski arkadaşım Murat Ongun’a bir iki önemli not
Kasım 2006’da Murat Ongun’un da aralarında olduğu 3-5 gazeteci çocuk istismarına savaş açmış, inandıkları yolda yürümüş ve konunun ülke gündemine oturmasını sağlamışlardı. Yani 200-300 gazetecinin aralarında konuştuğu bir meseleyi küçümsemenin ne kadar büyük bir hata olduğunu unutmamak lazım.
Fotoğraf kareleri iletişim adına çok şey söyler. Mesela Ertuğrul Özkök’ün kuru fasulyecide Başkan’ın karşısında güneş gözlükleriyle oturması... Başkan adına hoş bir kare değil bu. Güneş gözlüğünü çıkarmayanın karşısındakiyle gerçek iletişim kurmadığını düşündürür öyle sahneler. İletişim göz göze olur, göz-güneş gözlüğü diye bir iletişim şekli yok.
Eğer bir ismi geziye davet ediyorsanız, o ismin ve kararın arkasında doğru durmak gerekir. “Nagehan Alçı o bölgede çok seviliyor” gibi bir gerekçe bulmak şık değil. Nagehan Alçı Trabzonspor yazarı ya da köşesinde Karadeniz yemek tarifleri yayımlayan biri değil. Türkiye genelinde sevenler de var nefret edenler de. Kaldı ki böyle bir cümle kurulunca, söylenenin ispatı gerekir. Mesela kamuoyu araştırması mı var, CHP il örgütlerinden böyle bir talep mi geldi diye sorulsa, gelecek cevap sadece gözlem olur.
Kriz yönetiminde, krizden daha büyük tehlike panikle yangını söndürmeye çalışmaktır. Panik strateji düşmanıdır, strateji olmadan iletişim olmaz.
Amerikalılar, Almanlar, Türkler...
ABD’liler ya da Almanlar bizden daha namuslu insanlar değiller.
Onların bizden daha namuslu gibi hissettiren şeyin adı denetim.
Bir ABD ya da Alman vatandaşı araba kullanırken ya da vergi öderken hata yapıyorsa yakalanacağını ve ödeyeceği cezayı bildiği için üçkâğıt yapmaktan korkar, bunu aklına getirse de asla uygulamaz.
Buna karşılık, biz Türkler yaptığımızın yanımıza kâr kalacağını düşünürüz, düzgün denetim olmadığı için genellikle de kalır zaten.
Son örnek, pazartesi akşamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı üç yeni konut alma paketi oldu.
Paket açıklandı, dün sabah, daha bankalar açılmadan emlak fiyatlarını artırmaya başladı uyanıklar.
Bu denetimle düzeltilebilir bir durum değil elbette ama denetlenen alanlarda bile yaparsam yanıma kâr kalır alışkanlığının bir sonucu.
Denetimsizlik bizi içten içe çürütüyor yani.