Glasgow Ranger, Protestanların ve İskoç kökenlilerin Celtic, Katolik ve Kelt kökenlilerin takımıdır.
Bu iki kulübün arasındaki rekabet hem etnik hem de mezhepsel farklılıklara dayanıyor ama onlar birbirlerini yok etmeyi hayal etmiyorlar.
Al Ahly 1917’de Mısır’ın İngilizler tarafından işgaline karşı çıkanların ezeli rakibi, Zamalek ise yabancıların takımıdır.
Bağımsızlık üzerinden ayrışan bu iki kulüp sert rekabet eder ama birbirlerine düşmanlık duygusu beslemezler.
Barselona-Real Madrid derbisi, Diktatör Franco’nun Real Madrid’e verdiği destek ve Barselona’nın diktatörlüğe muhalefetiyle başlar.
Barselona Başkanı Sunyol’un, Franco’nun askerlerince öldürülmesiyle zirveye taşınır bu, aynı zamanda İspanya’da iç savaşın başlangıcı sayılır.
Ajax, daha özgürlükçü, daha liberal bir şehir olan Amsterdam’ın, Feyenoord, daha tutucu, daha sağda olan Rotterdam’ın takımıdır.
Aralarındaki hayata bakış farkı 180 derece olan bu iki kulübün mücadelesinde rekabet vardır ama düşmanlık yoktur.
Benfica, Portekiz’de fakirlerin, Sporting Lizbon zenginlerin takımıdır, 1907’de Sporting Benfica’dan 8 futbolcu aldığından, sınıf farkının sahaya yansıyan halidir onların rekabeti.
Dünyada büyük derbilerin bağımsızlık, etnik köken, mezhep farkı, sınıf çatışması gibi hikâyeleri vardır.
Tarihsel en büyük ayrışması, Mustafa Kemal Atatürk, “Bizi tutuyordu”, “Hayır, bizi tutuyordu” olan iki kulüp Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki rekabet, neden ve nasıl nefrete döndü acaba?
Sadece Fenerbahçe-Galatasaray kulüpleri arasında yaşanan bir durum değil nefret, amatör liglere kadar her takım taraftarının mutlaka düşman gördüğü, yok olmasını istediği bir başka takım var.
Nefretin olduğu yerde insan objektif olamaz, o yüzden tüm takımların tarafları haklarının yendiğini, düşman olarak gördükleri takımın kollandığına inanıyor. Hal böyle olunca futbol toplumsal bir eğlence aracı olmaktan çıkıp, toplumsal mutsuzluk aracı haline geliyor.
***
Futbolda böyle de siyasette çok mu farklı?
Bu soruya bizi millet yapan özelliklerimizden birisiyle yanıt vermem lazım:
Türkiye, 41 yıldır PKK terörüyle mücadele ediyor.
Londra merkezli Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün, Türkiye’yi terör örgütüyle masaya oturtmak adına 2021 yılında hazırladığı raporda, PKK terörünün Türkiye’ye maliyeti 3 trilyon dolar olarak hesaplanmıştı.
Bu iyi niyetli rakam, terörle mücadele için katlanılan iç borç faizlerini, vazgeçilen yatırımları, turizm bölgelerinde düzenlenen saldırıların maliyetlerini falan eklediğimizde karşımıza çıkan rakam çok daha büyük aslında.
Bugün kişi başına düşen milli gelirdeki durumumuzun temel sebeplerinden birisi başımıza sarılmış, etnik soslu terör örgütü.
2011 yılında meydana gelen Van depreminin ardından başlatılan “Evim, evindir” kampanyası Türk halkının terör ile Kürt kökenli yurttaşları arasına çizgi çekmeyi başardığının en somut kanıtı aslında. Avrupa İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi o kampanyayı son 40 yılın en iyi sosyal yardım kampanyası seçmişti.
On binlerce can, trilyonlarca dolar paraya mal olan terörün bozamadığı dayanışma duygumuz bugün yerinde duruyor diyebilir miyiz?
Duruyorsa, Hatay’dan çıkan seçim sonucunu beğenmediği için depremzedeleri misafirhaneden tahliye eden belediye başkanı uzaydan mı geldi?
Siyasi rekabetin, siyasi düşmanlığa döndüğü noktada evlerimizi birbirimize açabilir miyiz?
Karşısındakinden nefret etmeyenin kendi mahallesinde uğradığı baskıyı düşününce, bu soruya evet diyemiyor insan.
36’sı çocuk, 78 canımızı kurban verdiğimiz bir faciada, siyasi sorumluluğu birbirimizin üzerine yıkma kavgasında, asıl hedef almamız gereken kişiyi, otel sahibinin aç gözlülüğünü ıskalamak mı oldu şimdi payımıza düşen?..
***
6 Şubat depremlerinin ardından yollara düşen, kelle koltukta yardım yetiştiren tır şoförleri benim aklımdaki Türkiye.
Farklı partilere oy veriyor, farklı dünya görüşlerini savunuyorlardı ama ayakları gazda farklı partilere oy veren, farklı dünya görüşlerine sahip insanların çığlığını duymuş, bir an önce hedefe ulaşmaya çalışıyorlardı.
Benim aklımdaki Türkiye, 17 Ağustos 1999 depreminin gecesinde Bodrum’da eğlenenleri ayıplayan Türkiye.
Şimdi felaketin sıfır noktasında ertesi gün kayak yapanları ayıplamak, insanları hedef göstermek diye yorumlanıyor.
Başkalarının acılarını umursamazsak acı bizim evimizi vurduğunda şikâyet etmeye hakkımız kalır mı acaba?
Rekabet etmek ile nefret etmek aynı şey değil ama bunu hiç duymamış gibi davranıyoruz nedense.
Bu coğrafyada kimse bizi, “Durun siz kardeşsiniz” diye uyarmaz aksine kavgamıza benzin dökerler.
Bunun farkına vardığımız gün, umarım tekrar düşünecek kadar zamanımız kalmış olur...