‘Ağrı Dağı’nı iade edin, sorunlar geride kalır’ Yazının ilk cümlesini İngiliz Avukat Geoffrey Robertson tarafından yedi yıl önce BBC’ye verilen bir röportajdan aldım. BBC Robertson’u bir “İnsan hakları avukatı” olarak tanıttı ama sonra, son soruda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen Perinçek Davası’nda, Ermenistan adına görev aldığını söylemek zorunda kaldı.
Başlıktaki öneri İngiliz Avukat Geoffrey Robertson tarafından yedi yıl önce BBC’ye verilen bir röportajda dile getirildi. BBC Robertson’u bir “İnsan hakları avukatı” olarak tanıttı ama sonra, son soruda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen Perinçek Davası’nda, Ermenistan adına görev aldığını söylemek zorunda kaldı. Bugün soykırım iddialarına kaynaklık eden “Mavi Kitap”ın İngiliz İstihbarat Servisi eseri olduğunu hatırlayınca şaşırmıyor insan.
İngilizler, Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak Malta’da bir mahkeme kurdular. Hani İstanbul’daki son Meclis-i Mebusan basıldıktan sonra tutuklananlar Malta’ya götürülmüşlerdi ya, mahkeme de orada kuruldu. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, 1919-1921 yılları arasında tüm arşivleri inceleyip, kanıt bulamadığı için de davayı kapatma kararı aldı. İnsan hakları avukatı görünümlü Ermenistan avukatı Geoffrey Robertson, kendi ülkesinin verdiği bu karar için “Mustafa Kemal’in adamları İstanbul’da İngiliz subayları kaçırdı, esir değişimi baskısı yüzünden dava kapatıldı” diye açıklamaya çalışıyor durumu. Oysa mahkemenin davayı kapattığı dönem Yunanistan’ın Anadolu’da ilerlediği dönem. “Ankara düşecek, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Sivas’a mı taşısak” tartışmalarının olduğu bir dönemde İngiltere Ankara’yla böyle bir pazarlık yapar mı acaba?
Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu’da çok acı yaşandı. Bunu kimse inkâr etmiyor zaten. Ancak acının bir yanının İngiliz siyasi emelleri için kullanılıp, kullanılmadığına da bakmak lazım. Ermeni soykırımı iddiaları ilk olarak 20 Şubat 1917’de The Times gazetesinde İngiliz diplomat Mark Sykes imzalı bir makalede dile getirildi. O yazının gazete haricinde 100 bin tane daha basıldığı, 30 bin tanesinin de ABD’ye yollandığına dair çok sayıda bilgi var. Burada bir virgül koyup, 1919’a gidelim. Erzurum ve Sivas kongrelerinde olması için uğraş verilen ABD mandası projesinde, Ermenistan Türkiye’ye bağlı ama özerk bir bölge olarak tanımlanmıştı. “Bunun İngiltere ile ne alakası var?” diyenler çıkacaktır. Alaka şu, Sovyetler’e komşu olacak ABD, komünizmin yayılmasını engelleyecek, bu sayede İngiltere ve Fransa, Ortadoğu’da petrol olan toprakları istediği gibi sömürebilecekti.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar geçen sene, 22 Nisan’da ABD’de yayımlanan RealClearDefense dergisine bir makale yazdı. Makaleyi okuduğumda iki şeye şaşırmıştım. Birincisi, Hulusi Akar’ın bir doktora tezi olduğunu bilmiyordum; ikincisi, o tezin biraz da manda süreciyle ilgili bir araştırma için Türkiye’ye yollanan, o dönemin en önemli ABD askeri General Harbord’un, 14 subay ve sivil memurlarla beraber yaklaşık 50 kişilik bir heyetle Anadolu’da 58 gün araştırma yaptığından da haberim yoktu. Her neyse, Hulusi Akar, ABD arşivlerindeki belgelere dayanarak Ermeni Soykırımı iddialarını çürüten bir çalışma yapmış. General Harbord, 1603 sayfalık raporunda “Resmi bir kışkırtma olmaksızın eylemler gerçekleştirilmediğinde, kendi hâllerine bırakılan Türk ve Ermenilerin şimdiye kadar birlikte barış içinde yaşayabildiklerini gösterecek çok şey var” diye yazmış. Yetmemiş, Ermenilerin, imparatorluğun diğer tebaalarına karşı işledikleri zulmü de yazmış.
İngiltere ve ABD’den söz edip Sovyetler Birliği’nden söz etmemek olmaz. Sovyetler 1917’de kuruldu ama arşivlerinde bu konuda çok fazla değerlendirme yer alıyor. Mehmet Perinçek’in Sovyet arşivlerinde yaptığı çalışmaların özeti şu: “Ermeni meselesi, emperyalist devletler tarafından Türkiye’nin paylaşılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Türkiye, paylaşılmaya karşı kendi vatanını savunmuş ve haklı bir savaş vermiştir. Yaşanan trajedinin sorumluları ise Ermenileri kullanma politikası güden emperyalist devletler ve onların planlarına alet olan Taşnaklardır.”
Kürtler ile Ermeniler arasındaki ilişkinin tarihi sorunlu bir tarihtir. Ermenistan fikrine en büyük engel olarak Müslüman Kürt nüfusu gören Ermenilerin Mayıs 1915’te Van’da erkekler askerde olduğu için çoğu çocuk ve kadın 2 bin 500 insanı katlettikleri biliniyor. Zeve köyündeki şehitliğin hikâyesi aslında o katledilen insanların hikâyesidir. Tehcir sırasında kimi Kürt aşiretlerin Ermenilere saldırdığı, bölgedeki Ermeni çetelere karşı oluşturulan Hamidiye Alayları’nın çok can aldığı hep konuşulmuştur. Uzun yıllar sorunlu olan Ermeni-Kürt ilişkileri 1970’lerde Londra’da “Ortak düşman” Türkiye’ye karşı birlikte mücadele uzlaşmasına döndü.
Emperyalist güçlerin halkları birbirine düşürme kapasitesine dair de yazmam gerekenler var. Adana’daki Fransız işgalinde ders alınması gereken şeyler yaşandı. Adana’yı işgal edenler sadece Fransız askerleri değil, Fransız askeri üniforması giydirilen Ermeni çeteler oldu. 1915’te Suriye’ye tehcire yollanan Ermenilerden 70 bini Adana’ya, 12 bini Dörtyol’a, 8 bini Saimbeyli’ye getirildi. Antep ve Maraş civarına da 50 bin Ermeni nüfusu yerleştirildi. İstanbul Hükümeti’nin Hariciye Nazırı Reşid Paşa, İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet’e mektup yazıp durumu protesto etti. Gaziantep ve Adana’da Fransız ve Ermeni işgal güçlerinin halka zulmetmesi üzerine Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Aralık 1919’da duruma müdahale için Kazım Karabekir’e yolladığı telgraf da vardır. İstanbul Hükümeti’nin işgalcilerden anlayış beklediği yerde işgalcilere direnen, onları topraklarından çıkarma mücadelesi veren Atatürk kararlığına da dikkat etmek lazım.
Gelelim HDP Milletvekili Garo Paylan’ın verdiği yasa teklifine. Garo Paylan ağzından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni düşürmeyen isimlerden biri ya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bugüne kadar Ermeni Soykırımı iddialarıyla ilgili üç karar verdi. Perinçek-İsviçre davasında, AİHM 2. Dairesi kararı Aralık 2013, AİHM Büyük Dairesi kararı Ekim 2015 ve Ali Mercan, Ethem Kayalı, Hasan Kemahlı ile İsviçre Devleti arasındaki dava kararı Kasım 2017. Peki, bu üç kararda AİHM neler diyor dikkatle okumak gerek.
Soykırım bir hukuk kavramıdır, bir suç tanımıdır. Kırım, katliam, karşılıklı kırım gibi kavramlardan farklıdır. -Soykırım suçunun varlığına, yetkili mahkeme karar verir. Soykırıma hükmetmeye, parlamentolar, cumhurbaşkanları, hükümetler ve herhangi bir mahkeme bile yetkili değildir. BM 1948 Soykırım Sözleşmesi’ne göre, ancak suçun işlendiği ülkenin mahkemesi veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi soykırım suçunun işlendiğine karar verebilir.
Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymamakla suçlayan HDP’nin bir milletvekili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı bir adım attığında bu çelişkiyi konuşmayarak aydın olunmaz. Türkiye’de kendi tarihine ve kendi halkına düşman olmak gibi garip bir aydın olma-zannetme kriteri var.
“Anadolu’da hiç acı yaşanmadı, kimsenin burnu dahi kanamadı” doğru bir yaklaşım değil, neyse ki bu saçma tez uzun yıllardır seslendirilmiyor. Ben Türkiye’nin resmi tezlerine inanırım, bir başkası Ermenistan’ın resmi tezlerine inanır, burada sorun yok. Sorun, bu konuda yaraları birlikte sarma kararlılığı ve farklı yöntemleri aramaktan kaynaklanıyor. İki farklı tezin de argümanları üzerinde birlikte çalışma yapılmadan Türkiye’ye “Diz çök ve sonuçlarına katlan” baskısı yapılması çözümü sağlayacak bir yöntem değil.
İngiliz istihbarat ürünü Mavi Kitap’ın editörlüğünü yapan Ara Sarafyan ile 2007’de Haber Koordinatörü ve yazarlık yaptığım Sabah Gazetesi’nde buluştuk. O gün arkadaşlarım Sarafyan ile röportaj yaptı, tek satırına dokunmadan yayımladık. Hatta Harput üzerinde tarihi belgelerde birlikte çalışma önerisi o röportajda geldi, dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı Halaçoğlu da bu teklifi kabul etti. Bana göre doğru yöntem insanların milliyetine, dinine bakmadan çektiği acıların peşinden gitmek, acılarla ilgilenmek yerine öznelere bakıp “Bu suçlu, bu masum” tasnifi yapmak yaraları sarmıyor kanatıyor.
Anadolu’da çok canlar yakan, canların yanmasına neden olan Taşnak gruplardan biri.
Ayıplı tartışma ilk gece hakkı
Taner Akçam, Ermeni Soykırımı iddialarını destekleyen isimlerden biridir. Son kitabına dair bir röportajında “Hıristiyanlara biçilen yer ikinci sınıf vatandaş olmaktı. Korkunç bir örnek vereyim: 19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” diye bir cümle kurdu. 132 Kürt aydın ve yazar Akçam’dan özür dilemesini isteyen bir belge imzaladı. Akçam da Stephan Astourian, Ronald Suny ve Dikran Kaligan’ın çalışmalarını kaynak gösterdi. Ermeni Soykırımı iddialarını doğru kabul eden iki kesimden biri “Tüm kötülükleri Türkler yapar” tezinin geçerli olmasını istiyor. Acı olan, ayıp olan, öznenin kim olduğunun yaşananlardan daha kıymetli görülmesi.
Ermenistan’ın tehcire zorlayıp, katlettikleri...
Bir imparatorluğun yıkılış döneminde yaşanan acı olayları 107 sene sonra olsa da konuşmak lazım elbette ama bunu konuşurken aynı zamanda adil olmak, 1990’larda yaşananları da unutmamak lazım.
1587 yılında İran Şahı Abbas döneminde 24 büyük Kürt aşireti Kafkasya’ya sürüldü, bugün Karabağ diye bildiğimiz coğrafyaya yerleştirildi. 24’ler 1917 devriminden sonra Kızıl Kürdistan adıyla otonom bir bölge oldu.
Detay çok, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Ermenistan bölgede yaşayan Müslümanlara yapmadığını bırakmadı. Hocalı ve Kelbecer katliamları, Murov Dağı’na kaçan 15 bin kişinin donarak can vermesi.
Tehcir var mı var, katliam var mı, o da var. Her fırsatta Türkiye’yi suçlayan, parlamentolarından soykırım kararları geçiren ülkelerden tek bir itiraz geldi mi bu yaşananlara? Hayır, gelmedi.
‘Türk milleti soykırımcı denemez’
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlarda önemli bir nokta daha var. Mahkeme, “Soykırım suçunu hükümetler veya kurumlar veya milletler, başka bir deyişle, tüzel kişiler ve topluluklar işlemez. Soykırım suçunu, tıpkı adam öldürme, yankesicilik veya hırsızlık suçlarında olduğu gibi bireyler işler. Suça katılmak da bireysel bir eylemdir” diyor. Bu nedenle, Osmanlı Devleti veya Türkiye Devleti veya hükümetleri veya orduları gibi tüzel kişilerin ve kurumların “soykırım suçu işlediği” gibi iddialar ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmıyor ve kullanılması imkânsız olan ifadeler.