YazarlarOyun sahası

Oyun sahası

30.08.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Oyun sahası

Oyun sahası


       Sinirden, naralar atasım var.
       Hatta onunla da rahatlayamayacağımı düşünüp, çocuksu bir tepki ile vurup kırasım ya da hiç olgun olmayan bir tavırla, çekip gidesim, kaçasım geliyor.
       Bu kadar mı düşük bir bilinç düzeyiyle yaşanır yaşam?
       Bu denli kopuk olunur mu gerçeklikten?
     ÂSon bir haftanın gündemini bir hatırlayalım da, saÄŸlıksız, dar açılı bakış açımız çıksın iyice meydana:
       - Günlerce, Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Başbakanımız arasındaki çekişmeye tanık olduk. Kimse tutup da, "Bu işi daha kurallı, çatışmayı ortadan kaldırıcı bir yöntemle yok etmenin yolu yok mu?" diye düşünmedi. Haberleri okuyan spikerler, dudaklarındaki ince gülümsemeyle yaptılar konuya ilişkin duyurularını. N'oldu? Hiçbir şey ya da çok şey, ama olanın da olmayanın da olumsuzluğu ortada.
       - Efendim, şair ruhlu Sayın Başbakanımız, evlilik yıldönümünü unutmuş yine. Çok sevgili basın mensubu arkadaşlarımız "Yıllar süren evliliklerinin sırrını sorduğunda", "sevgi/saygı" cevabını alınca, iri puntolarlar haber yaptılar bunu yine. Ve yine kimse, "Sevgi, paylaşılan her anın farkına varmak ve fark ettiğini fark ettirmektir" demediği ve "Bu nasıl sevgi, ahhhh" sorusunu sormadığı için, biz de aşklarının büyüklüğüne hayran olduk.
       - Bu arada depremin yıldönümü kutlamalarını unutmamak gerek. Pardon, neyi kutluyoruz? Yaşanan güzellikler kutlanır, acılar anılır. Zaten bir gün için hatırlamıştık, onu da kutladık galiba kendi aramızda.
       - Sonra küçük kız çocuğu çıktı ortaya. Hani buzluğa kapatılan. "Kim haklı, kim yalancı" tartışmasına giriştik. Canlı yayına çıkartmak, halkı bilgilendirmek için savaşlar açtık. Hiç kimse, "Küçük bir çocuğun ruh sağlığı, çekiştirmelerden nasıl etkilenir, oynatılan zavallı rolü, kişiliğini ne kadar bozar"ı da, umursamadı ve araştırmadı. Sanki sokak çocukları yoktular ve birden bire, buzdolabına tıkılınca hatırlandılar. Buzdolabından kurtardık ya, içimiz rahat. Birkaç hafta sonra, tek tük olan haberler de yok olup gider, kendi ilkel ve kısırdöngülü hayatımıza döneriz nasıl olsa.
       Farkında mısınız, yapış yapış bir huzursuzluk, mutsuzluk var, bireysel anlamda üstümüzde. Ya debelenip duruyoruz kendi depresyonumuzda ya da sahte gülüşler ve keyiflerle çıkmaya çalışıyoruz, o kahrolası kuyudan. Toplumsal anlamda ise tam bir aymazlık ve aldırmazlık havası yaşıyoruz, ülkemizin çayırlarında.
       Nereye kadar, ha? Nereye kadar?
       Ruhsal bozukluklar yüzünden, intihar oranı tırmanıncaya kadar mı?
       Ekonomik kaygılar yüzünden, herkes susup, başını öne eğip, sadece magazin haberleri verinceye dek mi?
       Tüketilecek şeylerin çokluğu, ama ulaşılamazlığı nedeni ile, suç patlayıncaya mı?
       Ne kadar daha söylesenize?
       Çocuk olsam," Oynamıyorum, küstüm" deyip, oyuncaklarımı alıp giderdim. Çocuk değilim ve gitmem (ya da başka birinin gitmesi) de kimsenin umurunda olmaz. İşte bu yüzden hanımlar beyler, oyun sahamız burası. Ya akıllıca oyun sahamızı temizleyip, toplu halde güzelce oynayacağız ya da mutsuzluğumuz gitgide artacak.
     ÂSeçim bizim.
       Hangisi?