Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği çıkmazdan, “kriz bizi teğet geçti” ya da “IMF’ye ümüğümüzü sıktırmayız” türünden laf cambazlıklarıyla çıkması olanaksız ama Başbakan Erdoğan ve ona akıl verenler ne yazık ki hâlâ durumun vahametini kavramış değil sanki. Sayın Başbakan’ın bütçe konuşmasında tekrarladığı, “Bu kriz Türkiye’nin krizi değildir, hükümeti sorumlu göstermek yanlıştır” lafı da çoğu kimseye inandırıcı gelmiyor.

AKP’nin ufku yok

Türkiye’nin krizi öncelikle AKP’nin eseri

İşlerin iyiye gitmediğini uzunca bir süreden beri hissetmekte olan ekonominin aktörleri, Sayın Başbakan’ın ve hükümetin artık laf üretmeyi bırakıp çözüm üretmesini bekliyor ama umduğunu bulamıyor, çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin ufuksuzluğu çözüm üretmesini zorlaştırıyor.
Ekonomideki çıkmazı aşabilmek için önce soruna doğru teşhis koymamız ve bazı sorulara cevap aramamız lazım. Türkiye ekonomisindeki yavaşlama ne zaman ve hangi nedenle başladı? Küresel krizin olumsuz etkileri hangi noktadan itibaren daha çok hissedilecek? Bölük - pörçük önlemlerle bu çıkmazdan çıkmak mümkün mü?

Film 2006’da koptu
Türkiye ekonomisinin bu yılın üçüncü çeyreğinde durma noktasına gelmesi üzerine yapılan yorumlarda, ekonominin gidişatını yakından izleyen Seyfettin Gürsel, Güngör Uras ve Uğur Gürses gibi ekonomi yazarları aynı noktayı vurguladı. Türkiye ekonomisindeki yavaşlama, küresel krizin ABD’deki ilk kıvılcımının 2007’nin ikinci yarısında ateşlenmesinden çok önce, 2006’nın ikinci yarısında başlamıştı onlara göre. Ekonomimiz bu sürecin sonucunda durma noktasına gelmişti, küresel krizin olumsuz etkileri ise bu yılın son çeyreğinden itibaren daha belirgin biçimde hissedilecekti.
Türkiye’nin neden bu noktaya geldiğini ve bu çıkmazdan nasıl çıkılabileceğini derli - toplu biçimde ortaya koyan bir değerlendirmeyi ise, Türkiye dışında da adını duyurmaya başlayan genç bir akademisyenden dinledim. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi olan Refet Gürkaynak, TÜSİAD desteğiyle Koç Üniversitesi bünyesinde oluşturulan Ekonomik Araştırma Forumu tarafından düzenlenen konferansta basit ama önemli bazı saptamalar yaptı.
Refet Gürkaynak diyor ki:
- Bugün ortaya çıkan sıkıntıda küresel krizin etkisi var ama bu temelde bizim yarattığımız bir sıkıntı
- 2001 programıyla aşama yaptık ama bittiği yerde yerine bir şey koyamadık
- Türkiye 2006 sonundan beri iktisat politikası boşluğunda
- Biz bunun maliyetini küresel krizden önce ödemeye başlamıştık, büyüme inişe geçmişti
- Şimdiki sıkıntıyı sadece bir dış şokun etkisi olarak görmek yanlış
- Bu noktada sadece küresel krize karşı önlem almak sorunu çözmez
- Bütünsel bir programın parçası olmayan önlemler güven vermez
- Türkiye’nin yeni bir programa ihtiyacı var
- İyi anlatılmış, şeffaf bir program belirsizliği azaltır, güven sağlar
- Şu anda var olmayan, programlı bir maliye politikasına ihtiyacımız var
- Böyle bir program çerçevesinde, mali disiplini kalıcı olarak bozmayan, ölçülü ve hedefleri belli bir mali gevşemeye gidilebilir
- Maliye politikasındaki gevşeme, sosyal adalet, yapısal reform ve sektörel destek hedeflerine yönelme fırsatı yaratır
- IMF anlaşması hükümeti bunları yapmaya zorlarsa faydalı olabilir ama asıl tedaviyi içeride aramak gerekir.

AKP çözebilir mi?
Bu saptamalar bence önemli çünkü soruna nasıl yaklaşmak gerektiğini gösteriyor. AKP yönetimi ne derse desin, Türkiye aslında küresel krizin ötesinde, ekonomi politikası üretememe sorunuyla karşı karşıya. Türkiye’de özel sektörü hızla daralmaya iten nedenlerin başında da, belirsizlikten ve yönsüzlükten kaynaklanan ciddi güven kaybı geliyor.
Hükümetin küresel krizin olası etkilerini doğru okuyamayan tavrı ve “Kriz bizi pek etkilemez” söylemi bu güven kaybını daha da artırdı ve ekonomi durma noktasına geldi. AKP hükümeti bugüne kadar yaptığını yapmaya devam ederse Türkiye ekonomisi uzunca sürecek bir küçülme dönemine de girebilir.

Haberin Devamı

Türkiye’nin krizi öncelikle AKP’nin eseri


Hükümete Odaklı Piyasa Ekonomisi
Geçenlerde bir toplantıda iktisat tarihçisi Şevket Pamuk’la karşılaştım. O da benim gibi heyecanla izlediğini söyledi yaşanmakta olan çarpıcı gelişmeleri ve “Tarihin yazılışına tanıklık ediyoruz”, dedi. Gerçekten de son bir yıl içinde dünya ekonomisinde ve finans sisteminde yaşananlara bakıp hayrete düşmemek zor.
Bu süreçte dikkati çeken en ilginç gelişmelerden biri de, günümüzde “piyasa” denince ilk akla gelen yer olan hisse senedi borsalarının, tamamen hükümetlerin atacağı adımlara odaklı hale gelmiş olması. Krizin başından beri muazzam düşüşler yaşayan ve toplam değer kaybı 30 trilyon dolara dayanan küresel borsalarda ani çıkışların yaşandığı, umutların yeşerdiği günler de oldu. Ne var ki borsalarda yükselişe neden olan gelişmelerin hemen hiçbiri özel sektörün bir başarısıyla ilgili değildi. Bu dönemde borsaları yükselten gelişmeler şunlardı:
- Başta ABD Merkez Bankası olmak üzere merkez bankalarının paldır küldür faiz indirimlerine gitmesi ve sonunda ABD’de “sıfır faiz” noktasına gelinmesi
- Likidite sorunuyla karşılaşan bankalara neredeyse sınırsız likidite sağlanması
- Sermaye yetersizliği sorunuyla karşılaşan bankalara sermaye desteği sağlanması
- Lehman Brothers şokundan sonra sistemik risk taşıyan mali kuruluşların batırılmayacağına dair güvenceler verilmesi
- Pek çok ülkede bankalardaki mevduata devlet güvencesi verilmesi
- Bu önlemlere karşın batma noktasına gelen AIG ve ciddi sıkıntı içindeki Citibank gibi kuruluşların sermaye desteği ve çeşitli garantilerle ayakta tutulması.
- ABD oto devleri gibi iflas noktasına yaklaşan önemli sınai kuruluşların da kurtarılması
- İnanılmaz boyutta ekonomiyi canlandırma paketlerinin açılması
- Devletin, kapsamlı altyapı yatırımlarıyla istihdamı desteklemesi.
- Vergi indirimleriyle halkın alım gücünün artırılması
Hükümetlerin bu tür adımları attıkları ya da yeni önlemleri açıkladıkları günlerde yükseldi borsalar, bir an için krizin aşılacağı umudu yarattı bu önlemler ama bu da kalıcı olamadı şu ana kadar. Buna Hükümetlere Odaklı Piyasa Ekonomisi (HOPE) modeli diyebiliriz belki de. “Hope” sözcüğünün İngilizcede “umut” anlamına geldiğini düşünürsek buna umudunu hükümetlere bağlamış piyasa ekonomisi de diyebiliriz belki de.

Haberin Devamı

Umudun yeni adı Obama

Türkiye’nin krizi öncelikle AKP’nin eseri

ABD ekonomisinin ve doların geleceğiyle ilgili kaygılar artarken bütün umutlar 20 Ocak’ta görevi devralacak olan yeni başkan Barack Obama’ya bağlandı. Obama’nın açıklayacağı “ekonomiyi canlandırma paketi”nin boyutu her geçen gün büyüyor ve şimdilik 850 milyar dolarlık bir paketten söz ediliyor. Obama’nın, ekonomiyi canlandırmanın ötesinde, sistemdeki çürümeye ve ahlak erozyonuna karşı büyük bir mücadeleye girişmesi gerekiyor. ABD’nin önde gelen seçkinlerini dolandıran Bernard Madoff’un yarattığı skandal, ABD’de mali sistemi denetlemekle görevli kurumların da işlevini yapamaz duruma düşürüldüğünü ve sigortaları atan sistemin bütünüyle yozlaştığını ortaya koyuyor.