Türkiye’nin küresel krizi fırsata dönüştürme şansına sahip olduğunu ilk kez Başbakan Erdoğan söyledi galiba. Daha sonra, Türkiye ekonomisinin zaten yavaşlamış olan çarkları küresel krizin de etkisiyle durma noktasına gelince ve krizin Türkiye ekonomisi için ciddi bir tehdit oluşturduğu ortaya çıkınca Sayın Başbakan, şaşırtıcı bir atalet içinde krizi izlemekte olan hükümeti dışında herkesi, her kesimi suçlayan açıklamalar yapmaya başladı. Sayın Başbakan’a göre özellikle bankacılık kesiminde “krizi fırsata dönüştürmek isteyenler” vardı ve hükümet onlara fırsat tanımayacaktı.
Bu noktada şu soruları sormak gerekiyor Sayın Başbakan’a:
- Sizce krizi fırsata dönüştürmek iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?
- Türkiye ülke olarak küresel krizi fırsata dönüştürürse “iyi” bir şey yapmış olacak, ama bankacılar ya da işadamları hükümetin yapamadığını yapıp krizi fırsata dönüştürmeye kalkarsa “kötü” bir şey mi yapmış olacak?
Krizi fırsata kim çevirir?
Bu sorular bizi çelişkili bir sonuca götürüyor. Türkiye’nin yaşanmakta olan küresel krizi fırsata dönüştürmesi çok zor, buna karşılık tek tek bireylerin, tüketicilerin, yatırımcıların, firmaların, bankaların krizi fırsata dönüştürme şansı var. Ancak onların bu fırsatı kullanması Türkiye’nin krizi fırsata dönüştürmesini sağlamıyor. Bunu sağlamak hükümete bağlı. Hükümet ise krizin olası sonuçlarını doğru okuyup gerekli önlemleri zamanında almadığı için, krizi fırsata dönüştürmek şöyle dursun, ekonomimizin krize doğru sürüklenmesini hızlandırdı. Krizi fırsata dönüştürmek isteyenler var idiyse, tam da onların aradığı ortam oluşmuş oldu.
Bu noktada sorulması gereken bir soru daha var: Türkiye’nin, altı yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı altında 2008 yılında gelinen noktada küresel krizi fırsata çevirme şansı var mıydı? Yoksa bu, krizi doğru okuyamayan hükümetin halkı oyalamak için ortaya attığı bir slogan mıydı?
Türkiye ekonomisi, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2007 ortalarına kadar süren dönemde, dünyadaki likidite bolluğundan ve “hormonlu” büyümeden yararlanarak oldukça hızlı büyüdü. Bu dönemde ekonomimizin dış kaynağa bağımlılığı azalmadı, arttı.
Ekonomimiz büyüdükçe dış açığımız da büyüdü. 2007 ortalarında ABD’de başlayıp küresel finans sistemini ve daha sonra reel ekonomiyi sarsan, küresel likiditeyi kurutan ve sermaye hareketlerinin yönünü değiştiren krizin, bizimki gibi dış kaynağa bağımlı bir ekonomiyi olumsuz etkilememesi mümkün değildi. Bu durumda hükümetin, “krizi fırsata dönüştürme” fantezisini bir kenara bırakıp, olası zararı en aza indirmek için tüm kesimlerle el ele verip çözüm yolları araması gerekirdi.
Sorun Erdoğan’da mı?
Oysa bunun tam tersi yapılıyor, Başbakan Erdoğan, hemen her kesime tepkili yaklaşıyor ve atılması gereken adımlar bir türlü atılamıyor. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın saptamasına göre bugüne dek 38 ülke krize karşı önlem paketi açıkladığı halde Türkiye henüz kendi önlemler paketini oluşturma aşamasında. IMF ile anlaşma konusunda da işler ağırdan alınıyor ve sorunların kendiliğinden yok olması bekleniyor.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın önceki gün Bahçeşehir Üniversitesi’nde yaptığı konuşmayı dinlerken “sorun Erdoğan’da mı?” sorusu takıldı kafama. The Economist dergisinin ve Reuters haber ajansının son değerlendirmelerinin de ortaya koyduğu gibi Erdoğan’ın yıldızı inişe geçmiş durumda. Türkiye içinde ve dışında güvendiği çevrelerde bile eleştirilmeye başlanan Başbakan Erdoğan, inişe geçmiş bir liderin tipik ruh halini ve davranış biçimini sergiliyor. Herkesi potansiyel hasım gibi görüyor , iyi niyetle yapılan uyarılara da tepki gösteriyor. Bu anlayışla yönetilen bir Türkiye’de krizin faturasının ağırlaşması kimseyi şaşırtmamalı.
Kemal Abi’den ilginç kriz analizi
Bahçeşehir Üniversitesi’nin ABD’nin ünlü Columbia Üniversitesi ile birlikte düzenlediği “Global Finansal Kriz ve Türkiye’ye Etkileri” konulu konferansın açış konuşmasını yapan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, kendine özgü üslubu içinde bakın neler söyledi:
- Dünyada her bakımdan büyük bir değişim yaşanıyor, dengeler yeniden kuruluyor.
- Dünyadaki ekonomik ve mali sistem artık eskisi gibi olmayacak, likidite bolluğu dönemi sona erdi.
- Mali sistemde başlayan küresel kriz reel ekonomiyi de etkiledi, talep düşüşü yaşayan başlıca ekonomiler resesyona girmeye başladı. Bunun uzantısında dünya ticareti de yavaşlıyor.
- Bu krizin nasıl ve ne zaman biteceğini kestirmek zor. Bugüne kadar 38 ülke krize karşı önlem paketi açıkladı, trilyonlarca dolar para saçıldı ortalığa ama istenen sonuç alınamadı. Demek ki para saçmakla bu iş olmuyor, sistemi değiştirmek gerekiyor.
- Batı bu kriz karşısında panikledi ve krizi iyi yönetemedi . Bizim de söz söyleme hakkımız var bu durumda. Dünyayı yönetenler sistemin nasıl değişmesi gerektiğine kafa yorsun, bizim ekonomistlerimiz de katkıda bulunsun bu sürece.
- Global kriz bizi de etkilemeye başladı. Bizim banka sistemimiz iyi, yıllardır çözülemeyen bütçe açığı sorununu da çözme noktasına geldik ama cari açık sorununu çözemedik.
- Cari açık sorununu çözmek için tasarruf oranımızı artırmak ve katma değeri yüksek ürünleri üretip ihraç etmek zorundayız.
- Türkiye bu krizi fırsata dönüştürmek için Ar-Ge’ye ve inovasyona önem vermeli.
Krizin ilginç bir fotoğrafını çeken Unakıtan’ı dinlerken onun görüşlerinin hükümetin krize yaklaşımını ne ölçüde etkilediğini doğrusu merak ettim.
ABD’de ölümüne tüketimin sonu
Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen “Global Finansal Kriz ve Türkiye’ye Etkileri” konferansında konuşan Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Arvid Lukauskas, ABD yönetiminin krizi önlemek için altına girdiği yükümlülüğün 7.8 trilyon doları bulduğunu açıkladı. Yeni Başkan Obama’nın göreve başlar başlamaz ilk iş olarak devreye sokmayı planladığı ekonomiyi canlandırma paketinin bu toplama yaklaşık 1 trilyon dolar daha eklemesi bekleniyor. Lukauskas’a göre krizin bundan sonraki aşamasında bu kez doların ciddi baskı altında kalması ve değer kaybına uğraması olası.
ABD’de gerçek geliri yıllardır ciddi artış göstermeyen geniş kitlenin tüketim iştahını besleyen etken konut fiyatlarının çılgınca artmasıydı. Bunun ardında ise sorumsuzca açılan konut kredileri vardı. Lukauskas’ın bununla ilgili olarak verdiği örnek çarpıcıydı. Çalışmak üzere Amerika’ya gelen ve İngilizce bile bilmeyen, yıllık geliri 18 bin dolar olan bir Meksikalı çilek üreticisine 700 bin dolarlık konut kredisi açılmıştı.
Konut fiyatları tırmanırken evlerinin değer artışını nakte dönüştürerek ve borçlanarak tüketmeye devam eden Amerikalı tüketici, konut balonu patlayınca son dayanağını da yitirdi ve 1991’den beri ilk kez özel tüketim harcamaları düşmeye başladı. 2007’de GSYİH’nın % 72’sini oluşturan özel tüketim harcamaları düşünce ekonomi resesyona girdi. Şimdi trilyon dolarlık canlandırma paketleriyle resesyon aşılmaya çalışılıyor.
ABD’de tüketim çılgınlığının doruğa tırmandığı Noel alışverişine Şükran Günü’nü izleyen cuma günü start verildi. İndirimli satışların cuma sabahı saat 5’te başlayacağını ilan eden bir Wall Mart mağazası önünde kuyruğa giren binlerce kişi kapılar açılmadan içeriye girmeye çalışınca izdiham yaşandı ve bir Wall Mart görevlisi ayaklar altında kalarak öldü.
İngilizcede “tüketim” sözcüğünün karşılığı olan “consumption” sözcüğü aynı zamanda “ince hastalık” ya da “verem” anlamına da geliyor. Bu krizin gelmekte olduğunu iddia ettiği için kriz çıkana kadar gözden düşen ekonomist Stephen Roach, Amerikalıların şimdi “tüketimden ölmekte olduğunu” yazarken sorumsuzca tüketime dayalı büyümenin verem gibi bir illet olduğunu da ima ediyor aslında.