Geçen yıldan beri Sayın Başbakan ya da bir bakanı tarafından belli aralıklarla vizyona sokulan ve her vizyona girdiğinde borsayı uçuran “IMF ile anlaşma yakın” başlıklı komedi filmi geçen hafta Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın açıklamalarıyla bir kez daha piyasaya sürüldü. Sayın Babacan, “IMF ile genel çerçevede anlaşma sağlandığını ve ayrıntıları görüşmeye başladıklarını” söyleyince İMKB’de hisse senedi fiyatları uçtu, birileri gene para kazandı.
Borsacı uçuş sever
Etkisi kısa sürse de böyle uçuşlara bayılıyor borsacılar. Uçuşa yol açacak bir rivayet yayarak borsacılardaki uçuş özlemini gidermek çok da zor değil aslında. Krizin bittiği, ekonominin canlanmak üzere olduğu beklentisiyle erken yükselişe geçen borsanın biraz yalpalamaya başladığı noktada IMF filmi işe yarıyor. IMF ile anlaşmanın ekonominin önünü açacağı inancı o kadar güçlü ki bu olasılığın telaffuz edilmesi bile borsayı uçurmaya yetiyor.
Mart ayından bu yana, dünyadaki birçok borsa ile birlikte İMKB’de de hızlı bir yükseliş yaşandı. Ekonomide gerçekleşmesi beklenen canlanma çok önceden satın alındı. Ancak ekonomide gerçekleşmesi beklenen canlanmanın son aylardaki seyri fazla ümit vermiyor. Sayın Babacan da, herhalde gidişatın farkında olduğu için, bu yılın son çeyreğinde gerçekleşmesi beklenen yeniden büyümeye geçişin 2010’un ilk çeyreğine kalabileceğini belirtmiş. 2009’un ilk çeyreğinde % 14 küçülen ekonomimiz 2010’un ilk çeyreğinde büyümeye geçtiğinde bayram edeceğiz herhalde.
‘Rating’ dopingi beni ürküttü
Borsayı uçuracak bir haber de “rating”(derecelendirme) kuruluşu Fitch’den geldi. Türkiye ekonomisinin küresel krizde stres testini geçtiğini belirten Fitch kredi notumuzu iki kademe birden yükseltince borsada işlem hacmi rekoru kırıldı, üç günlük yükseliş % 10’a yaklaştı. Gazeteler, diğer “rating” kuruluşlarının da Türkiye’nin notunu artırma eğiliminde olduğunu yazıyor.
Hayra alamet mi?
Eh artık bu habere de sevinmezsek neye sevineceğiz. Ben de kendi kendime “Bırak artık şu karamsarlığı, köşeyi dönüyoruz diye sevinmeye bak” telkininde bulundum ama olmadı, kendimi ikna edemedim. Tam tersine, “rating”cilerin bize iyi not vermesinin hayra alamet olmayabileceğini düşündüm.
Böyle düşünmemin bir nedeni rating kuruluşlarının geçmişteki performansı. Bu kuruluşlardan en iyi notu alanlardan bazılarının son krizde nasıl patır patır döküldüğünü hep birlikte gördük. Türkiye’nin rating serüveni de hayli ürkütücü. Türkiye S&P adlı rating kuruluşundan “kredi alabilir ülke” anlamına gelen “BBB” notunu 1992 mayısında almış ve bu not 1993 yılının mayıs ayında da teyit edilmişti. Türkiye ekonomisi 1993 yılında adım adım krize doğru sürüklenirken de bu not değişmedi ve 1994 krizine “BBB” notuna sahipken sürüklendik. Ancak kriz patladıktan sonra, 1994 yılının mart ayında notumuz “BB”ye düşürüldü. Ondan sonra da bir daha “BBB” notuna layık görülmedi Türkiye.
Şimdi bugün gelinen noktada Türkiye’nin notunun yükseltilmesi de aslında bu kuruluşların daha önce yapmış oldukları öngörüsüz değerlendirmelerin itirafı niteliğinde. Türkiye’nin çok daha üstünde notlar almış olan Yunanistan ve İrlanda gibi ülkelerin bugün içine düştükleri durum Türkiye’nin notunun yükseltilmesini zorunlu hale getirdi. Ancak bu not artışına bakarak Türkiye’nin köşeyi döndüğünü sanmak yanlış olur.
Çölde bir Paris yaratmaya çalışırken küçük ülkesini iflasın eşiğine sürükleyen Dubai lideri Şeyh Raşid el Maktum, Batı’nın seçkinleriyle aşık atma hevesinin kurbanı oldu. Maktum, iddialı projesini gerçekleştirmek isterken Batı’nın seçkinlerine fazla güvendi. Oysa bugünün dünyasında Batı’ya fazla güvenmek ve öykünmek pek doğru değil. Dubai lideri, Batı’nın ayrıcalıklı seçkinlerinin ve son 30 yılda kahraman mertebesine yükseltilen finans sektörü sihirbazlarının bu iddialı projeyi yaşatabileceğini varsaydı. Finans sihirbazlarının kurduğu kâğıttan şatolar yıkılınca Maktum’un iddialı projesinin ayakta kalması da olanaksız hale geldi.