Beni Şile'ye, oradan da Ağva'ya götürüyor. Daha önce Gelibolu'ya oradan da Eceabat'a götürdüğü gibi... Yolları biliyor... Ben bilmiyorum. Sorsam, Şile'deki fenerlerin öyküsünü bile bilecek ama utanıyorum, soramıyorum. Ya bilirse...
Karşıdan karşıya geçecek olan herkese duruyor, yol veriyor... İnsanlar bir süre algılayamıyorlar kendilerine yol verildiğini, hiç alışmamışlar ki... Onlar da duruyorlar ve otomobile yol veriyorlar. Bir süre "sen geç sen geç" durumu yaşanıyor. O ise buna inanamıyor, "Sırtında yük taşıyan adam bile yol verilince hayrete düşüyor, elbette yol verilecek, niye şaşırıyorlar" diyor.
Sokakta, orda burda, yanından geçen herkese, "Günaydın, iyi günler" diyor... Çoğunlukla yanıt alamıyor ve yine hayrete düşüyor. Hiç gülmeyen, selam vermeyen, selama bile cevap vermeyen bizim insanlarımızın niçin böyle olduğunu anlayamıyor. Ben de anlatamıyorum.
"Burası askeri bir yer" diyor... "Peki ama niçin önünde askerler ellerinde uçları havaya dikilmiş koca tüfeklerle nöbet tutuyorlar?" Bilmem... Sanki hep bir savaş içindeymişiz gibi buralarda askerler dolaşır ve ellerinde uçları havaya dikilmiş kocaman tüfekleri vardır... Kimse de nedenini sormaz.
O da sormasa, hiçbir şey sormasa...
Sahilde kitap okuyoruz... Kitap okumaya bayılan bir erkek... Ben de kitap okuyan erkeklere bayılırım... Neyse, "Neden buralarda kimse kitap okumuyor" diye sormuyor!... Evet, neden özellikle bizim erkeklerimiz hiç kitap okumaz? Ben bunun da cevabını bilmiyorum ki... Ortalıkta kimse yok... Birden aklıma kötü kötü şeyler geliyor... Hiçbir şey söylemiyorum elbette... Neyse onun aklında böyle bir soru yok şimdilik...
Ve o güzelim sahilde, aynı Gelibolu'da olduğu gibi, ayaklarımız ve paçalarımız mazot içinde kalıyor ve buna aldırmamaya çalışıyoruz... Aslında belli ki bu sahillerimiz de bitip tükeniyor...
Sonra onu görüyoruz. O kocaman dünya şekeri yunusu... Ben aslında bu denizlerde, Marmara'mızda bile yunusların yüzdüğünü biliyorum. Gözümle görmüşlüğüm bile var.
Kocaman dünya şekeri yunus, kumların üzerinde yatıyor. Benim hayallerimin bir parçası, birlikte saatlerce yüzmek istediğim o güzel şey, kumların üzerinde vücudunda açılmış yuvarlak deliklerle yatıyor. Ölmüş... Yunusun üzerindeki muntazam ve yuvarlak deliklere bakıyoruz üzüntüyle... "Bu vurulmuş..."
O ölü yunusun önünde uzun zaman kalıyoruz, sanki o ölü yunus o an, dünyanın en önemli olayıymış gibi... Belki de en önemli olayıdır. Acımasızlığı, vahşeti, çıkarcılığı, kalpsizliği, kötülüğü, ölümü, öldürmeyi simgelediği için belki de o ölü yunus, dünyanın en önemli olayıdır.
Onunla gezerken biraz mutsuz oluyorum. Unutmaya çalıştığım, düşünmediğim, görmezden geldiğim pek çok şeyi yeniden yaşıyorum.
Bu Fransız arkadaşımı şaşırtmak istiyorum. Onu hiç görmediği bir yere götüreceğim. Orada insanlar ona iyi günler diyecekler, konuşmalarına lütfen ile başlayacaklar, teşekkürle bitirecekler... Orada eli silahlı askerler olmayacak. Orada kumsala vurmuş ölü yunuslar da olmayacak. O, şaşıracak.
Telefonu dinlenen kadınlar!..
Hikaye bu ya...
Telefon dinleme çetesi toplumsal bir araştırma için telefonları dinlemeye almış... Araştırmalarının birinin konusu, "Bekar kadınlar birbirleriyle telefonda ne konuşur" imiş. Konuşulan konular bir istatistik halinde çıkarılacak, belirli kesimlerin analizi yapılacakmış... Bin tane kadın konuşması dinlenmiş... Ve sonuca ulaşmak "telefon dinleme çetesi" için çok kolay olmuş. Çünkü bin kadının bini de aynı şeyleri konuşmuşlar. Çete de bu konuşmalardan birini sosyologların dikkatine diye kamuoyuna sunmuş... İşte bant çözümü:
- Merhaba nasılsın?
- Off... Hiç sorma, iyi değilim.
- Kilo mu aldın?
- Yok canım, iki gündür bir şey yediğim yok... İki gündür beni hiç aramadı biliyor musun, delireceğim. Her şey iyi gidiyordu. Sabah öpüştük koklaştık, araşırız dedik. İki gündür ortada yok.
- E sen ara o zaman...
- Aradım evde yoktu... Neden aramıyor acaba?
- Kavga falan etmediniz değil mi?
- Yok canım, her şey çok iyiydi. Bir şeye mi bozuldu acaba? Bir kere daha arasam mı? Ama o zaman da üstüne düşmüş olurum... Pis herif. Bunlar böyle işte. Biraz iyi davrandın mı şımarıyorlar. Bari bir matah olsa...
- Hani hayatında gördüğün en harika erkekti...
- Aman boş ver... Hepsi ilk günlerde harika, sonra şımarıp kasılıyorlar. Söylesene arayayım mı, bekleyeyim mi?
- Bilmiyorum ki, ben olsam ararım, farzet ki üstüne düşüyorsun, ne kaybedersin ki, en azından isteyip istemediğini öğrenirsin, beklemekten kurtulursun...
- Ama sonra şımarıyorlar. Ay öyle de tatlıydı ki... Bir gün daha bekleyeyim, belki arar. Seninki nasıl gidiyor?
- Felaket. Dur sigaramı yakayım, anlatayım...
Çöp atanı ihbar...
Maslak yolundayım, önümde 34 YJ 3115 plakalı bir Ford Eskort gidiyor. Arka sol koltukta oturan insan, durmadan camdan dışarı bir şeyler atıyor. Yol boyunca arka camdan dışarıya çöpler uçuşuyor.
Sola geçip hızlanıyorum, niyetim asla o otomobildeki kişiyi uyarmak değil. Uyardığım an, başıma korkunç şeyler gelebilir çünkü... O otomobildeki şoför direksiyonu kırıp bana çarpabilir, bir silah çıkartıp ateş edebilir, eve kadar izleyip, evimi öğrenip beni taciz edebilir... Ben artık korkuyorum... O yüzden uyarmayı düşünmüyorum, yalnızca böyle bir kişi nasıl bir tip olabilir diye merak ediyorum.
O insan artık
son kalan çöpleri de dışarı atmaktayken, onu görüyorum. Hiç de o maganda değiğimiz tiplerden biri değil... Orta yaşlı bir hanımefendi. Saçları hani şu meşhur "turkish sarısı"ndan... Yani açıklı koyulu, röfleli, meçli herkesin kafasındaki aynı sarıdan... Biraz topluca, gerdanı yerinde bakımlı bir hanım... işte bu hanım, bu otomobilden çöpleri saça saça gidiyor...
Ben de alık gibi hala bu tür şeylere şaşırarak, Hıncal Uluç'a özenerek bir "otomobil ihbarı" yapıyorum. Bunca yazıdan, bunca uyarıdan sonra "bir insan"ın hala nasıl çöpleri sokağa döktüğüne inanamıyorum ve sanki bunu yazınca o insanların okuyacağını, utanacağını ve bir daha yapmayacağını sanıyorum.
Ne komik değil mi?
Güzel küçük oteller
Ne yazık ki bu yıl ülkemize turist gelmiyormuş. Dilerim işler açılsın. Aslında büyük kentlerde ve tatil yörelerinde terör olmadığını dünya bilmiyor mu? Pekala biliyor. Biliyor da belli ki bizi başka nedenlerden ötürü cezalandırmak istiyor... Neyse...
O zaman o güzelim beldelerdeki güzelim otelleri biz dolduralım bari bu yıl...
İntermedia Türkiye'nin "En Güzel Küçük Otelleri" diye bir kitap yayımladı. Sevan ve Müjde Nişanyan'ın hazırladıkları kitapçığı karıştırırken şaşkına dönüyorsunuz. İnanılmaz küçük güzel oteller var. "Ah şuna da gitsem buna da" diye deliriyorsunuz. Bu kitapçıktan edinmeli bu küçük güzel otellerden birkaçında mutlaka kalmalı.
Yazara E-Posta:
d.asena@milliyet.com.tr