Ünlü Slovak düşünür Slaloj Zizek’in yolu yine Türkiye’ye düşmüş. Bir önceki gelişinde verdiği röportajlarda söyledikleri üzerine bir eleştiri yazısı yazmıştım. Bu yazı nedeniyle, güncel konular üzerine yazdıklarımdan daha çok tepki (olumlu ve olumsuz) aldım. Veya belli ki, Zizek artık Türkiye’nin gündem konularından biri olmuş, dahası bir nevi ‘yabancı damat’ haline gelmiş; daha önce onu tanımayanlar yeni-Osmanlıcılığı çağrıştıran görüşleriyle tanışınca onu sevmiş, bağrına basmış. Zizek’in sol siyaset içinde takipçilerinin söylediklerine farklı tepkileri var, diğer taraftan muhafazakâr kesim Zizek’e toz kondurmuyor.
Bu arada, bana iki kez yazan bir okurum, Zizek’in söylediklerinin gazetelerde (özellikle Radikal gazetesinde) tahrif ve sansür edilerek aktarıldığını bildirdi. Bu konuda söyleyebileceğim bir şey yok; eğer Zizek tahrif ve sansür edildiğini düşünüyorsa, itiraz etmek ona düşer. Ben gazeteler vasıtasıyla bizlere yansıyan görüşleri üzerine düşündüklerimi yazmaya devam etmek istiyorum.
‘Askeri operasyonlara karşıysam da...’
Zizek bu kez, bir reklam şirketinin davetlisi olarak gelmiş, ama onun dışında bir konferans daha vermiş; bu arada Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel ile bir röportaj yapmış (27 Ocak). Yeni Osmanlıcılık çağrıştıran görüşlerinin gerek sevgi, gerekse tepki ile karşılanması üzerine anlayışlı davranmış ve “Biliyorsunuz umutsuzca yeni bir model arayışındayım. Acaba çok kültürlü bir yapı için Osmanlı modeli bugün işe yarar mı diye sorguluyorum” demiş. Bu sorgulamayı, Türkiye’ye uğradıkça kısa röportajlarda yapmak yerine diğer konularda olduğu gibi ciddi bir düşünsel çerçeve içinde ifade ederse, konuyu daha sağlıklı tartışabiliriz diye düşünüyorum. Diğer taraftan, ulus devletlerin sonunun geldiği iddia edilen bir çağda, imparatorluk modelleri ve bu arada Osmanlı modelinin gündeme gelmesi, Zizek’e mahsus bir sorgulama değil, fazlasıyla yaygınlaşan bir yeni paradigma ve asıl bu paradigmanın ciddi bir biçimde tartışılması gerekiyor. Şimdiye kadar, bu paradigmadan hareket eden çok şey yazıldı. En son, Le Monde Diplomatique’in son sayısında (English Edition) Jane Burbank ve Frederick Cooper imzalı bir yazı yayımlandı, bu paradigmanın ürünlerinden biri olarak göz atabilirsiniz. Bu iki tarihçinin, asıl referans olabilecek ‘Empires in World History; Power and Politics of Difference’ başlıklı çalışmaları da 2010 yılında yayımlanmıştı (Princeton University Press).
Zizek’in bu konudaki görüşleri şimdilik, kendi deyimi ile ‘umutsuzca bir arayışın’ sonucu olan savruk ve muğlak görüşler olduğu için bu tartışmayı bir yana bırakalım. Asıl önemlisi, bu sefer, Kürt sorununa ilişkin öne sürdüğü görüşler. Diyor ki, “Avrupa askeri müdahaleleri kendine reva görüyor; ama bu hakkını âdeta monopolize ediyor. İşte tam da bu nedenle, her ne kadar Kürtlere yönelik askeri operasyonlara karşıysam da Türkiye’nin pozisyonuna biraz sempatim yok değil. Çünkü Türkiye ‘Umurumda değilsiniz; siz yapıyorsunuz, ben de yaparım’ diyor bir anlamda.”
Bir büyük ‘sol’ düşünür için çok ‘ilginç’ görüşler değil mi? Bu noktadan hareketle belli ki, “Avrupalı güçler zamanında etnik temizlik yapmadı mı, umurumda değilsiniz, ben de yaparım” veya “Avrupalı güçler ulus devlet olmak adına türlü baskılar yapmadı mı, umurumda değilsiniz, ben de yaparım” diyene ‘biraz sempatisi’ olacak. Koca bir düşünür, bu denli kaba bir antiemperyalizm duygusu ile yola çıktıktan sonra, Batı dünyası dışındaki otokratlarının ne suçu var? Veya, Zizek, acaba Putin ve Rus İmparatorluğu konusunda ne düşünüyor merak ediyorum. Dahası, Türkiye’nin NATO’nun Libya’ya askeri operasyonuna karşı ‘umurumda değilsiniz’ demek yerine, bu müdaheleye katıldığını herhalde bilmiyor.
‘Sizi biz harap etmişiz’
Bu koşullar altında Zizek’in ‘Kürtler Irak’tan kopup, Türkiye altında birleşse mükemmel olmaz mı?’ şeklindeki sayıklaması konusunu tartışmaya değmez buluyorum. Ama onu daha iyi anlamak açısından, kendi ifadesi ile, ‘Türkiye sempatisi’ konusunda yaptığı otobiyografik değerlendirmeye değinmeden geçemeyeceğim. Demiş ki, “Tabii benim çocuk olduğum yıllarda Balkanlar’da Osmanlılarla ilgili anlatılanları düşünün. Aslında ilkokuldayken kötü adamlara sempati beslemek neredeyse otomatik bir reflekstir. Gerçekten tarih okumaya başladığım ileri yaşlarda şunu gördüm; sizi harap eden aslında biz Slavlar olmuşuz. Osmanlı’nın çöküşü 17. yüzyıldaki savaşlarla başlar ki, bu dönem Balkanlar’dan gelen yöneticilerin sistemi ele geçirmesi ile paraleldir.” Yine ciddi bir düşünür için fazlasıyla ‘ilginç’ görüşler bunlar.
Hesaplaşma ciddi bir iştir
Bir kere, eski Osmanlı coğrafyası üzerine kurulan ulus devletlerin, eğitim sistemlerinde Osmanlı geçmişi ile ilgili karalamalarına karşı böyle sorgulama yapılmaz; mesela ünlü Arap tarihçi Albert Hourani gibi yapılır. Dahası, ilkokul çocuğu refleksi ile Osmanlı’ya sempati duymak, Osmanlı geçmişine büyük haksızlık, hatta densizlik olur. En kötüsü, iş ‘kötü adama sempati’ye kalırsa, biri de kalkar Hitler’e sempati duymaya başlar; nitekim neo-Naziler de böyle yapıyor. Diğer taraftan, insanın kendi mensubu olduğu kimlik, ırk, kültür vs. ile hesaplaşması ciddi bir iştir; ‘biz Slavlar sizi mahvettik’ gibi popülizm bu ciddiyete gölge düşürür.
Son olarak, röportajında Zizek’e Lady Gaga ile ‘kanka’ olduğu söylentisi sorulmuş, o da bu şahsı tanımadığını söylemiş. Benden tavsiye, hemen tanışsın, bu kafa ile çok iyi arkadaş olacaklarından eminim.