Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Slovenyalı ünlü post-Marksist filozof Slavoj Zizek, geçtiğimiz hafta sonu Radikal gazetesine uzun bir röportaj vermiş, dünya ahvalini değerlendirmiş. Gazete, röportajın ikinci bölümünü ‘Avrupa’nın geleceği, Osmanlı gibi olmalı’ manşeti ile verdi. Ünlü ve özellikle ‘sol’ çevrelerin popüler ikonu haline gelmiş bir düşünürün Osmanlı’ya dair olumlu yaklaşımının bu ülkede heyecanla karşılanması anlaşılır bir şey. Osmanlı hayali hiç bitmeyen muhafazakâr çevrelerin, Zizek’in söylediklerinden çok hoşnut olması da anlaşılır.

‘Yeni oryantalizm’ hali
Sorun, Zizek’in Osmanlı hakkında pek bir şey bilmemesi. Tıpkı Tahrir olayı ardından yazdığı yazıda (The Guardian, 11 Şubat 2011) olduğu gibi, Zizek hakkında fikir yürüttüğü olaylar özellikle de Doğu ülkelerinde geçiyorsa fazla titizlenme gereği duymuyor. Bu Batı merkezli dünya görüşlerine karşı çıkan ünlü ‘muhalifler’ arasında giderek popülerleşen bir tutum ve bu tutum hiç de masum değil. Zira, Batılı düşünürlerin hakkında fazla bir şey bilmedikleri toplumlar ve onların tarihine dair büyük laflar etme merakı, bir tür ‘yeni Oryantalizm’ halini almış vaziyette. Şöyle ki, bu ‘büyük beyinler’ Batı hakkında değerlendirme yaparken ciddi bir birikime sahip olma ihtiyacı duyuyorlar ama Batı dışı toplumlar söz konusu olduğunda derinleşme gereği duymuyorlar. Batı merkezli dünya görüşüne karşı, Batı dışı toplumlar ve onların tarihine ilişkin olumsuz görüşlerin yerine olumlu ve fakat aynı ölçüde toptancı ve sığ genellemeler yapmanın ardında gizlenen ‘kibri’ hesaba katmıyorlar.

‘Kötü ve zalim Osmanlı’
Batı merkezli düşünce ile hesaplaşmak için, Oryantalist olumsuzlamayı tam tersine çevirmenin yeterli olacağını düşünüyorlar. Bunu yaparken, Oryantalizmin Doğu’yu egzotikleştirme yönteminin yeni biçimlerini üretmekte olduklarını görmüyorlar. Batı eğitiminin çizdiği ve belli ki Zizek ilkokula giderken Yugoslavya’da halen tedavülde olan ‘kötü ve zalim Osmanlı’ imajına karşı çıkmak, onu sorgulamak önemli bir adım. Ancak, bir filozofun bu sorgulamayı, biraz eleştirel düşünebilen bir liseliden daha öteye götürmesi beklenir. O nedenle durumu kısaca “Türk işgalinin öğrendiğimiz gibi korkunç olmadığını öğrendim” şeklinde özetlemesi fazlasıyla yadırgatıcı. Zizek’in kaç yaşına kadar, Yugoslavya ilkokul kitaplarında çizilen ‘korkunç Türk’ tablosuna inandığını ve ne zaman bu konuda aydınlanma yaşadığını merak ettim doğrusu. Bu yaşta, bize ‘ikram’ edeceği ‘aydınlanması’, ‘ben sıradan bir Batılı değilim’ seviyesinde olmamalıydı.
Dahası Zizek’in geleneksel imparatorluklara bakış açısının toptan sorunlu olması. Doğrusu, “Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları yıkılmasaydı İkinci Dünya Savaşı da olmazdı” ifadesi ciddi bir tarih muhasebesinden ziyade güzellik yarışmalarında birinci gelen kızcağızların ‘savaşlar dursun, tüm dünyaya barış gelsin’ çağrılarının sadece birkaç adım ötesinde. En önemlisi ise, “...Osmanlı 19. yüzyılda ve öncesinde yerel özerkliklere izin vererek doğru şeyi yaptı... Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorluklarına sempati besliyorum. Çünkü demokratik ve çok kültürlü olmak anlamında başarılıydılar” ifadesi, (Zizek hayranları kusura bakmasın) ama tam bir cehalet ve kibir örneği. Cehalet örneği çünkü Osmanlı 19. yüzyılda, yerelleşme değil, modern merkezileşme hamlesi yapıyordu, Tanzimat’a tepkilerin nedeni buydu. Diğer taraftan, klasik imparatorlukların ‘çok kültürlü’ yapısı, ‘modern çok kültürlülük’ten tamamen farklı olduğu gibi, modern dönem öncesi (Antik Yunan örneğini bir yana koyarsak) ‘demokrasi’ ne pratik olarak, ne de siyasal bir ‘değer’ olarak mevcut değildi.

‘Narsist bir aydın’
Zizek’in söyledikleri aynı zamanda tam bir kibir örneği, çünkü üniversite öğrencisi benzer bir hata yapsa, sınavı geçemez, ama derin düşünen bir Zizek fotoğrafı altına döşenen her metnin, anlamlı bir çıkış olacağını ancak çağımızda çok örneği bulunan ‘narsisist bir aydın’ düşünebilir.
Aslında, Batı ve Aydınlanma merkezli düşünce dünyasını sorgulamak çok önemli ve bu yaklaşım son on yılın başarısı değil, ama son zamanlarda bu sorgulama üzerinden farklılık yaratmak ‘radical chic’ denilebilecek bir statü sembolü oldu. Bu haliyle bu bakış, Batı dışı toplumların tarihi, kültürü ve siyasal-toplumsal pratiklerine hakkını vermek değil, Batı dışı toplumların her şeyinde ‘boncuk bulmak’ ve bu toplumlara ‘boncuk dağıtmak’ şeklinde tezahür ediyor. Ve kim ne derse desin, bu tavır içinde bolca Batı kibri barındıran bir tür ‘yeni Oryantalizm’. Ne yazık ki, bu yeni Oryantalizm, bizim gibi boncuk dağıtılan toplumlarda adeta minnettarlıkla karşılanıyor.