Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Mısır’da yaşananlar üzerine daha çok konuşacağız ve bu konuştuklarımız sadece Mısır üzerine olmayacak. Bölgede neyin değişmekte olduğu ve ünlü Türkiye modeli’ni uzun boylu tartışmaya açmadan önce, önemli bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ortadoğu’da olanları 1989’da Doğu Avrupa’da olanlara benzetenler var. İsterseniz biz de oradan başlayalım. Gerçekten de, yeni ‘halk devrimi’ ve ‘halkın gücü’ (‘People’s power’) kavramları bu süreç içinde siyasal dile yerleşti. 1989’da Doğu Avrupa’da yaşanan ‘devrimler’i tartışmaya açmayacağım, sadece bir hususu hatırlatmakla yetineceğim; ‘o günden bu yana Doğu Avrupa’da, AB şemsiyesi altına girmenin ötesinde neler oldu, otoriter rejimlerden kurtulan bu ülkelerde demokrasi ne âlemde?’ diye sormakta fayda var.
Sonra, Gürcistan, Ukrayna, Kırgizistan, Lübnan’da gerçekleşen renkli devrimlerden sonra ne oldu? Hiç sorup soruşturmak aklınıza geldi mi? Katiyen, ‘bunların tümü anlamsızdı, nafile, düzmece hareketlenmelerdi’ demiyorum, ‘devrim, dönüşüm, demokratikleşme süreçleri, daha fazla özgürlük açısından izlenmeli, sorgulanıp daha sonraki süreçlere ışık tutacak, daha iyisine yol gösterecek şekilde yorumlanmalı’ diyorum.

Hoppa âşıklar gibi...
Bu tür dönüşümlerin gerçekleştiği yerlerde, otoriter rejimlerin yıkılması sonucu otomatik olarak daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi gelmiyor; sürecin devam etmesi gerekiyor. Aksi takdirde, toplumsal hareketler bir rejimi yıkmak ötesinde siyasal bir anlam taşımayı yitiriyor. Bu hareketlere dışarıdan bakanların, kuru ‘devrim severliği’, hoppa âşıklar gibi dikkat ve desteklerini bir devrimden diğerine çevirip, diğerini unutmaları da bu hareketlerin akıbetini belirsizleştiriyor.
En önemlisi de, bu türden içi boş bir ‘devrim severlik’ söylemi, ‘devrim’in, ‘siyasal eylem’in hatta genel olarak ‘siyaset’in içini boşaltıyor. Tarih bize, katı ideolojiler ve sıkı kadrolu devrimci partilerin öncülüğünde gerçekleşen devrimlerin nasıl otoriterleşebildiğini gösterdi. Ama hal böyle diye, ideolojisiz, daha doğrusu ‘siyasi bakış’tan yoksun, siyasal örgütlenmesiz hareketlere bel bağlamanın âlemi yok! Oysa hâlihazırda olan bu!
Her türden otoriter rejim altında yaşayan toplumların, ne olursa ve ne şekilde olursa başkaldırısı önemli, heyecan verici. Ama bundan ötesini boş vermek siyasal eylemin içini boşaltmaktan başka anlam taşımaz. Bu türden bir boş vermişliğe kapılmak için, insanın olaylara ya çok naif ya da çok ‘işlevci’ bakması gerekir. Kuşkusuz, olaylara naif bir heyecanla bakanlar yok değil. Diğer taraftan, gençliklerinde devrim yapma hevesi kursaklarında kalmış, sonra siyasal yorgunluğa düşmelerine rağmen ‘başkaldırı’ ‘süsü’nden vazgeçmek istemeyenler yok değil. Bunlar için başkalarının isyanı zahmetsiz nimet.

Koşul: Siyasal perspektif
Bunların ötesinde, bu hareketlenmeler siyasal içerikten yoksun olduğu veya kaldığı sürece, bir iktidarın başka bir iktidarla el değiştirmesi ‘işlevsel’ yönü ağır basan süreçler olmaya mahkûm. Her değişim, her şeye rağmen, kuşkusuz toplumlara daha fazla nefes alma alanı açıyor, daha iyisini talep etmek için imkân sağlıyor. Bu alanı korumak ve talepte ısrar etmekte fayda var. Tabi, siyasal bir perspektifin varlığı koşuluyla!

Umut vaat edici olmadı
Şu ana kadar gerçekleşen ‘halk devrimleri’ bu açıdan çok umut vaat edici olmadı. ‘Vay, halkı küçümsüyor musun?’ diye ortalığı kasıp kavurmak iş değil. Ben sadece halkları, zulme karşı isyan eden insanları, hevâ ve heveslerimizin oyuncağı olarak görmeyi reddediyorum. Dahası, bu yollarla, siyasetin içinin boşaltılmasına, bir de bunun devrimcilik, demokratlık diye yutturulmaya çalışılmasına itiraz ediyorum; itiraz etmemiz gerektiğini düşünüyorum. ‘Siyaset’in, ‘siyasal eylem’in içinin boşaltılmasının, en güçlü hegemonya yöntemi, aracı olduğunu unutmayalım.
Bunları hatırladıktan sonra, Mısır’da olanlara geri döneceğiz. Bölgede artan İran nüfuzu faktörünü, Lübnan’daki son krizle ilişkisini de unutmadan, durum değerlendirmesi yapmaya çalışacağız.