Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bu hafta İsrail-Hamas ilişkileri açısından önemli bir gelişme oldu. Beş yıl önce Gazze’ye yapılan bir operasyonda, Hamas tarafından rehin alınan ve yıllardır birçok siyasi pazarlığın konusu olan, Gilad Şalid adlı askerin, binden fazla Filistinli tutuklu karşılığında serbest bırakılmasına karar verildi. Türkiye basınında kısıtlı olarak yer alan bu çok önemli gelişme, işin içine Türkiye’nin ‘arabuluculuk zaferi’ yorumu katılarak verildi.
Oysa, Türkiye’nin Ortadoğu siyasetinde artan rolünü abartmak veya cilalamanın bize fazla faydası yok, tam aksine çevremizde olan biteni doğru dürüst değerlendirmemizi engelliyor.

Arap baharı dengeleri değiştirdi
Şöyle ki, İsrail’in bir süre önce, üstelik iki ülke arasında ilişkiler kötü iken, Türkiye’nin bu konuda inisiyatif almasını istediği doğru, ama bu talep de fazlasıyla ince yoruma muhtaç bir olaydı. Sonrasında Arap baharı, bölgedeki tüm dengeleri büyük ölçüde değiştirdi. Aslında bahar öncesinde yapılan Hamas ve El-Fetih görüşmelerinde de, Mısır öne çıkmıştı. Arap baharı sonrasında, Mısır’ın rolü daha da arttı ve bu durumdan Batı dünyası da, bölgedeki Batı müttefiki ülkeler de fazlasıyla memnun görünüyor. Şalid anlaşması, nihayetinde Mısır ve Alman istihbaratı aracılığı ile bağlandı.
Nitekim, cuma günkü yazısında, ‘Türkiye Şalid’i nasıl kurtardı?’ (Hürriyet, 14 Ekim) başlığı ile olayı Türkiye’nin rolünü vurgulayarak yorumlayan İsmet Berkan da ertesi günü ‘Alman arabulucu’dan söz etmek gereğini duydu. Bu anlaşmada kilit rol oynayan Alman istihbaratçısı Gerhard Conrad, daha önce de önemli arabuluculuk süreçlerinde yer almıştı. Bunların, basına yansıyan en önemlisi, 2008 yılında, İsrail için sembolik anlamı büyük olan Samir Kuntar’ın serbest bırakılması anlaşmasıydı. Kuntar 1979 yılında (o zaman FKÖ adına) yapılan ve iki küçük kız çocuğunun da ölümüne neden olan bir baskın eyleminden hükümlü olarak yıllardır İsrail’de tutukluydu. Nerden baksanız tatsız bir olaydı, ama ben o zaman bu dramatik olay hakkında yazdığım için tepki almıştım.

Mısır’ın etkinliği şaşırtıcı değil
Almanya’nın arabuluculuk rolü bir yana, şimdilerde asıl önemlisi, Hamas- Mısır ilişkilerinin gelişmesi işaretleridir. Filistin barış sürecinin gelişme kaydetmesi açısından Hamas’ın ikna edilmesinin rolünün büyük olduğunu biliyoruz. Bu noktada çok önemli bir gelişme oldu, Arap baharının ardından, Hamas-İran bağı zayıfladı. Bu çok önemliydi, zira İran’ın ‘Filistin davasının hamiliği’ iddiası Hamas’a verdiği destek üzerinden güçleniyordu. Bu, Batı dünyası için de, İran karşıtı Sünni bloku için de çok rahatsız edici bir durumdu. Suriye’de muhalefet olayları başlar başlamaz Hamas’ın merkezinin Şam’dan Katar’a taşınması gündeme geldi, ancak bu süreç tam anlamıyla bitmedi.
Şimdi Hamas’ın Kahire’ye taşınması gündemde. Arap baharı sonrasında, özellikle Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidar ortaklığının gündeme gelmesi Arap dünyasında yeni dengelerin inşası açısından çok önemli. Mübarek rejimi başta olmak üzere bölge ülkelerinin rejimleri, uzun süredir Batı açısından müttefik olarak ‘değerlerini’ yitirmişlerdi, çünkü toplumsal meşruiyetleri zayıftı ve bu halleri ile, başta Filistin olmak üzere, bölge sorunlarının çözümünde oldukça işlevsiz konumdaydılar. Oysa, bölgesel muhalefet dinamiğinin en önemli aktörü Müslüman Kardeşler, bölgesel değişim süreçlerinde önemli bir rol oynama potansiyeline sahip. Mesela, Hamas’ın (kendisinin de bir parçası olarak geliştiği) Mısır’daki ‘Müslüman Kardeşler’ hareketine güveni hiçbir diğer aktörle kıyaslanamaz. Dolayısıyla artık politik bir aktör olarak öne çıkan Müslüman Kardeşler ile birlikte Mısır’ın, Hamas nezdinde, giderek daha etkin bir biçimde devreye girmesi şaşırtıcı değil.

‘Filistin’ hakkıyla biliniyor mu?
Bölgesel politikalar içinde giderek daha çok rol alan bir ülkede yaşadığımıza göre, artık bölgesel gelişmeleri ve arka planlarını biraz daha derinlemesine değerlendirmemiz gerekiyor. Son yıllarda, Filistin sorununa giderek daha fazla duyarlı olan ve savunuculuğa soyunan Türkiye’de, hâlâ Filistin sorununun bile hakkıyla bilinip izlendiğinden emin değilim. Oysa, bölgeyi ve sorunlarını hakkıyla kavramadan ortalara dökülmek, maliyetleri hesap edememek başta olmak üzere birçok soruna neden olabilir. Suriye konusunda olduğu gibi, işler iyi gitmezse, ‘Araplar bizi yine sırtımızdan vurdu’ noktasına bile gelebiliriz diye korkuyorum.
Son olarak, İsrail’in vatandaşlarının canlı ve hatta cansız bedenleri için yüzlerce, binlerce tutukluyu nasıl salıverdiği konusunda hayrete düşenlere, salıverilenlerin içinde, İsrail’in gerçekten de çok canını yakan mahkûmların olduğunu da hatırlatayım ki, Şalid anlaşmasının önemi daha iyi anlaşılsın. Gerçi, Şalid karşılığında salıverilme sözü verilen 1026 Filistinli arasında, siyasi açıdan en önemli isim olan Barguti’nin olmadığı anlaşıldı. Ancak diğer taraftan bu isimler arasında, İsrail toplumu için büyük bir yara olan, 2001 yılında Sbarro pizzacısına yapılan ve 15 kişinin ölümüne neden olan intihar eylemini düzenleyenler arasında olduğu için 16 kez müebbete mahkûm olan Ahlan Tamimi isimli Filistinli kadın eylemci var.