On gün önce gözüme çarpan bir haberin başlığı ‘Babadan Slogan Tokadı’ idi (Hürriyet, 2 Aralık). Haber şu; Samsun’da NATO’nun Türkiye’de konuşlandırmayı planladığı Füze Kalkanı projesini protesto etmek isteyen Karadeniz Özgürlük Derneği Başkanı İlhan C. ve dernek üyesi Demet B. gözaltına alınmış. Buraya kadar ‘ileri demokrasi’ açısından garipsenecek bir şey yok. ‘Bir ileri demokraside ne demek protesto, ne demek imza toplamak vs., büyüklerimiz zaten her şeyin en doğrusunu yapıyor, karşı çıkanın mutlaka gizli ve kötü bir niyeti vardır’ denilebilir. Ama olay orada bitmiyor, devletin aldığı önlemle yetinmeyen baba, Demet B. adliye önünde beklerken, duruma el koyup, kızını tokatlamış.
Söz konusu genç kız, 19 yaşında ve üniversite öğrencisi, ama olay sanki bir babanın doğal davranışı olarak görülebiliyor. Kadına karşı şiddete savaş açanların bile tepkisini çekmiyor. Dahası, reşit olma ve oy verme yaşının 18 olduğu bir ülkede bu tip davranışlar hiç yadırganmıyor. Eminim, bu olay karşısında babaya sempati duyanların sayısı, tepki duyanlar ile kıyaslanmayacak kadar çoktur. Dahası, bu tutum sadece bu olayla da sınırlı değil, TV haberlerinde gösterilere katılan gençlerin bazısının babaları tarafından tartaklanma görüntülerini daha önce de gördük. O durumlarda da, olay ‘kötü yola sapmış gençleri haklı olarak hizaya getiren ebeveyn’ havasında veriliyordu. Demek ki, gençlerin, beğenelim veya beğenmeyelim, kendi siyasal tercihleri olan bireyler olduğu düşüncesinden çok uzağız. Hele, son zamanlarda olduğu gibi, sıkıntılı dönemlerde, devreye baba tokadının girmesi, doğal ve terbiyevi bir davranış olarak olumlu bulunuyor.
Valinin önerisi şaşırtıcı değil
Hele konu Kürt meselesi olunca, aileler gençleri yola getirsin diye çağrı yapılıyor. Bu yöntemin iyi bir çözüm olacağı düşünülüyor. Bırakın her şeyi bir yana, yetişkin olduğunu ispat gayretinde olunan yaşlarda, bu yöntemin tek sonucunun ters tepme olacağı bile düşünülmüyor. Anne ve babasının sözünden çıkmayan evlat ve bu tür aile modeli ileri demokrasinin sağlam payandalarından biri olarak öne çıkıyor.
Böyle bir ortamda, Diyarbakır Valisi’nin taş atan çocuklara yönelik yeni uygulama önerisi hiç şaşırtıcı değil. Vali, aile çocuğu zapt edemiyorsa, bu çocukları mahkeme kararı ile ailelerinden alıp, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun ‘Sevgi Evleri’nde yetiştirmeyi öneriyor. Yıldırım Türker, 5 Aralık tarihli yazısını (Radikal) bu parlak öneriye ayırmış, okumadıysanız mutlaka bakın.
Malum, şu veya bu gerekçe ile çocukları ailelerinden ayırarak yetiştirmek tüm otoriter siyaset deneyimlerinin ortak özelliğidir.
Paternalist ailenin geri dönüşü
Diğer taraftan, taş atan çocuklar veya erken politize olan çocuklar bize ve Kürt meselesine özgü örnekler değil. Birçok diğer çatışma ortamında ve bu arada bizim en tanıdık olduğumuz Filistin meselesinde, çocuklar maalesef erken yaşta politize oluyor, bu nedenle canını kaybeden onca çocuk var. Çocukları ailelerinin elinden almak, bu trajedinin çözüm yolu değil, olsa olsa, fazladan bir siyasi baskı aracı olarak işler. Kürtler, bu öneriyi, yeni bir asimilasyon politikası olarak eleştirdiler. İşin o yanı da var, ama devletin bir siyasi çözüm olarak çocuk yetiştirme işini, şu veya bu gerekçe ile eline alması veya bunu düşünmesi başlı başına bir otoriter siyaset biçimi. Çocuklar bir yana, reşit birey olan gençler için bile, ‘kızını dövmeyen dizini döver’ anlayışının geri gelmesi hayra alamet değil.
12 Eylül’ün gençleri spora yönelterek siyasetten uzak tutma anlayışını, Kenan Evren’in bu istikamette veciz sözlerini tam bir depolitizasyon olarak okumuştuk ve doğrusu öyleydi. Depolitizasyonda geldiğimiz son noktada diğer birçok otoriter eğilim bir yana, paternalist ailenin geri dönüşüne de şahitlik ediyoruz.