Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Alper Görmüş, cuma günü ‘Neden Tahrir olmadı da terör oldu’ başlığı ile Kürt meselesinin geldiği nokta ile Mısır’da olanları karşılaştırmış. Aynı gün benimle yapılan bir röportajda da benzer bir soru ile karşılaştım. Bu soruya samimiyetle cevap arıyor veya fikir yürütmeye çalışıyorsak, bu sorunun cevabını gelin birlikte bulmaya çalışalım.
Ancak bu soruya cevap vermek için önce, Görmüş’ün, ‘Mısır’daki direnişin özgün pratiği’ dediği, Tahrir’de ne olduğu konusunu hakkıyla tartışmak gerekir. Halihazırda, genel olarak Arap baharı ve özel olarak Mısır örneği tüm parametreleri ile değerlendirilmesi çok kolay olmayan ve devam eden süreçler. Ben bu konuda epeyce yazdım, aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum. Ancak, olay ne yaygın biçimde algılandığı gibi ‘şanlı bir direniş’ ne de, eleştirel bakma çabasındaki çevrelerin kolayca mahkûm ettiği gibi ‘emperyalizmin yeni oyunu, ABD’nin perde arkasından yönettiği bir kurgu’ olarak anlaşılabilir.

Diktatörlük olmuşlardı
Mısır ve diğer bölge ülkelerindeki rejimler uzunca bir süredir, toplumsal meşruiyetlerini tümüyle yitirmiş otoriter rejimler, daha doğrusu kişisel diktatörlükler halini almıştı. Tam da bu nedenle, içinde bulundukları ABD merkezli Batı ittifakı için ‘müttefik’ olarak da değerlerini yitirmişlerdi. Yaşanan olaylar bu kesişme noktasında cereyan etti. Diğer taraftan, Mısır başta olmak üzere bu ülkelerde başarılan, öncelikle mevcut iktidarların yıkılması oldu, sürecin nereye gideceği ise halen belirsiz. Mısır’da, Mübarek’in devrilmesi ardından geçiş sürecinin idaresi askerlere geçti. Bu süreçte, yeni seçimleri düzenlemek ve Anayasa yapmak için gerekli düzenlemelere ilişkin referanduma katılım %41’de kaldı. Referandum sonucunda %77 çoğunluk Müslüman Kardeşler ve askerlerin ittifakı denilebilecek hatta yoğunlaştı. Bu nedenle ‘devrimimizi çaldılar’ şikâyetleri başladı. Halihazırda Tahrir’de gösteri yapanlar meydandan kovalanıyor. İşin bu kısmı uzun hikâye, kısacası Mısır ‘özgün pratiğine’ yakından bakmakta fayda var.

Birçok ‘Tahrir’ yaşandı
Gelelim, Kürt siyasal hareketinin ‘Diyarbakır Tahrir’ini gerçekleştirmeye ‘soğuk bakıp’, Görmüş’ün deyimi ile ‘terör’e yönelmesine. Diyarbakır’da ve bölgede bugüne kadar birçok ‘Tahrir’ yaşandı. Geçtiğimiz yıl Nevruz törenlerinde, Diyarbakır’da Tahrir’den çok insan toplandı, şiddete meyil bir yana, insanlar hem piknik yaptı, hem taleplerini dile getirdi, BDP’liler bu çerçevede konuşmalar yaptı. Tahrir’den farklı olan, ne Türkiye medyasının ne de El-Cezire ve CNN gibi uluslararası medya kameralarının bu görüntüleri bırakın coşku ile naklen vermeyi, hiç görmemesiydi. Üstelik, Diyarbakır’da toplananlar, mevcut iktidarı devirmeyi hedeflemiyordu, sadece seslerini, taleplerini duyurmak istiyordu.

Sesleri duyulmuyor
Kürtler, yıllardır şiddete yönelmemek adına toplantılar, çağrılar, gösteriler yapıyor, hatta silahlı örgüt ‘tek taraflı ateşkes’ ilan ediyor, ama şiddet söz konusu olmayan dönemlerde, sesleri duyulmuyor, Kürt meselesi unutuluyor. En iyi ihtimalle, bir adım ileri iki adım geri atılıyor, olan bu. Bu koşullar altında şiddete başvurmayı mazur görelim demiyorum, sadece açıkça haksızlık yapmayalım, olan biteni adaletli gözler ile görmeye çalışalım diyorum.

Aydınların sorunu ne?
Türkiye’de sol ve demokrat aydınların birçoğunun sorunu, sıklıkla iddia edildiği gibi, ‘şiddeti mazur görmek’ değil. Mevcut tablo ile yüzleşmenin zorluğundan kaçmak adına, lafla ‘şiddeti reddetmek’ ve bunu yaparken en kolay hedef olan Kürt siyasal hareketine yüklenmek. Sonuçta, dolaylı yoldan, ‘haklılığın’ aslan payını iktidar ve devlete ayırıp, şiddetin suçunu Kürt siyasal hareketine yüklemek. Benim hakkaniyetsiz bulduğum bu, bunu ifade etmek için inanılmaz tepki ve hakarete katlanmak zorunda kalmak da başka bir Türkiye gerçeği. Hakkaniyet ve samimiyet dışında pusulası olmayan biri için katlanılmaz bir bedel değil, Allah daha büyük bedellerden korusun diyorum.