Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Mısır üzerinden, sadece Türkiye çapında değil, daha geniş ölçekli bir siyasal tartışma yapıyoruz. Bari hakkıyla yapalım. Ancak tartışma yine de Mısır üzerinden yürüdüğü için, önce bazı temel tezleri, bu çerçevede ve özetle gözden geçirelim.
Öncelikle, Mısır’da yaşanan ‘devrim’i (veya ‘post-modern devrim’i) halkın ‘demokratik şahlanışı’ olarak görmek isteyenlerin, bu çerçeveye gölge düşürdüğünü düşündükleri her türlü yorum ve analizi ‘vay, demek ki, Mısır halkı veya Araplar devrim yapamaz, demokrasiyi sindiremez diyorsunuz, sizi gidi oryantalistler’ diye itham etmelerini anlamak mümkün değil. Bu yönde önyargıları sabit olan bazıları dışında, hiç kimsenin bu iddiada olduğunu sanmıyorum. Kimse, Mısır’da yaşananları, sevinç çığlıklarıyla karşılamadı diye, hemen oryantalist diye damgalanmayı hak etmiyor! Hem de düne kadar yazdıkları tipik oryantalizm olanlar tarafından. Düne kadar, değil Mısır, kendi toplumlarına tam bir ‘oryantalist’ gibi bakıp, ‘iç dinamiklerden demokrasi çıkmaz, biz en iyisi işi AB’ye havale edelim’ diyenler tarafından!

Batı için baş ağrısıydı
İkincisi, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının, Mısır’da olanları ‘dikkat ve kaygı’ ile izlediği ve mümkün mertebe şekillendirmeye çabaladığı doğrudur; ancak, desteklediği Mübarek rejiminin devrilmesinden şaşkın veya müteessir olduğu doğru değildir. Mübarek rejimin tüketim tarihi çoktan geçmişti ve bunu kabullenmekte zorlanan Mübarek, bir süredir Batı dünyası için tam bir baş ağrısı haline gelmişti.
İran krizinin yükseldiği ve bölgede İran nüfuzunun bu denli arttığı bir dönemde, Mısır’ın bu denli eğreti bir rejimle yönetiliyor olması bu baş ağrısını artırmıştır. Geçtiğimiz ay, Lübnan’da yaşanan hükümet krizinin ardından Hizbullah’ın gücünün artması da, Batı dünyası için (özellikle İran nüfuzu açısından), son derece tedirgin edici olmuştur. Batı dünyasının Mısır’da istediği Mübarek rejiminin sürmesi değil, Mısır’ın büsbütün kontrolden çıkmaması ve dahası İran nüfuzuna karşı daha güçlü bir siyasal denklemin kurulmasıydı.
Lübnan’da Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ın, 7 Şubat tarihli konuşması, bu açıdan fevkalade dikkat çekicidir. Nasrallah, önce Mısır halkının isyanını desteklemek konusunda temkinli davranmalarını, konunun ‘hassasiyeti’ ile açıklıyor. Hemen ardından, ‘ABD’nin bölgede halk desteğini yitirmiş rejimlerin sonunun geldiğini bildiğini ve kendini buna hazırladığını, değişimin ideolojik mahiyetiyle ilgilenmediğini, bu çerçevede kendi çıkarlarına uygun bir sonuç adına İslamcılar veya sekülerler arasında ayrım yapmadığının’ altını çiziyor.
Bu arada, Müslüman Kardeşler’in ruhani liderleri arasında en tanınmışı olan Mısırlı Kardavi’nin, 10 Eylül 2008’de, Masry Al’Yevm’e verdiği röportajda, Şiileri ‘mubtadi’ (heretik) olarak niteledikten sonra, ‘Şiilerin Sunni dünyasını ele geçirmeye çalıştığını, bunun büyük bir tehlike’ olduğunu söylemesinin yarattığı krizi hatırlayalım. Ve isterseniz tüm bunları birbiriyle bağlantılı olarak düşünmeye çalışalım.

İran kaygı veriyor
Batı merkezli dünya sistemi açısından, bölgede kaygı verici olan laik yönetimlerin İslamcılar veya başkaları tarafından sarsılması değil, radikal İslam’ın güçlenmesi, İran nüfuzunun artması, bölgede Batı yanlısı ittifak dengelerinin bozulması ve nihayet İsrail’in güvenliğinin tehlikeye girmesidir. Bu tehlikelere karşı gelişecek her formül, değişimin kaçınılmaz olduğunu bilenler açısından kabul edilebilir seçenektir. ‘İslami demokrasi’yi öngören ‘Post-İslamcılık’ veya daha iyisi ‘Türkiye modeli’, bu nedenle fazlasıyla önemsenmektedir.
Ortadoğu’da, ‘demokrasi mücadelesi, küllerinden post-İslamcı bir Zümrüdü Anka’nın kanatlarından yükseliyor’ sananların tüm bunlardan haberi var mı bilemiyorum. Bu arada, ‘korku’ merkezli analizlerle, ‘Ortadoğu’yu İslamcılar ele geçirdi, Mısır’ın akıbeti demokrasi değil, İran devriminin benzeri’ diyenlerin de bölge gerçeklerini pek bilmedikleri görünüyor. Mısır, zaten Sedat döneminden itibaren toplumsal ve siyasal hayatın giderek daha fazla dinselleştirildiği bir ülke ve iktidarda kim olursa olsun, bu gidiş belli ki devam edecek. Ama Mısır’da İslamcılar dışında pek çok aktör ve etken var. Dahası İslamcılar siyasal gerçekçilik gereği, kısa vadede iktidarı devralmak istemiyorlar.
Son olarak, bölgenin ne ölçüde İslamileşeceğini, bölge ülkelerindeki iç iktidar dengeleri kadar, İran krizinin nasıl çözüleceği ve bölge dengelerine nasıl yansıyacağı belirleyecek. İran nüfuzuna karşı gelişen ve şu veya bu şekilde Batı ittifak sisteminin içinde yer alan tüm gelişmeler, ‘post-İslam’, ‘post-demokrasi’ veya başka adlar altında başta ABD olmak üzere Batı dünyası tarafından desteklenecek.
‘Laiklerimiz’, bir zamanlar çok bel bağladıkları Batı dünyasının gerçeklerini kavramaya başlasalar iyi olacak.