Ancak tehlikeli bir hayata göğüs gerebilecek insanlar demokrasiye sevgi duyabilirler. Kaç babayiğit vardır buna dayanacak? Çağımızda hüküm süren ‘insécurité’nin kaynağı burada. Meçhul ve sayısız tehlikelere göğüs germektense tek tehlikeyi kabullenmek daha akıllıca. Çocuk da böyle yapar. Körü körüne bir kişinin emirlerine boyun eğer. Anne veya onun yerini tutan bir başkası. Yeter ki bu hami onu bütün taarruzlardan koruyabilsin. Bir otorite lehine (anne, hoca, diktatör) hürriyetimizden feragat etmenin kökü böyle bir anlaşmaya dayanır. (Cemil Meriç, Jurnal I (1963) İletişim 1992, s.196)
Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta hep burası; demokrasi lafı eden çok ama tehlikesine dayanacak kaç babayiğit olduğu meselesi var ve iş nihayetinde bir hami bulma arayışı, bazen doğrudan, çoğunlukla dolaylı yoldan ‘bir haminin lehine hürriyetlerimizden feragat etme’ seçimine dayanıyor. Son zamanlarda, her vesile ile Cemil Meriç’in bu sözlerini ve ‘özgürlük ve otorite’ ikilemine ilişkin söylenmiş benzer parlak ifadeleri hatırlıyorum.
Seçimin otorite lehine yapıldığı bir toplumda, bu süreç içinde nasıl ‘demokratik Anayasa’ yazılabilir? Temel mesele budur. Gerisi herkesin hem birbirini, hem kendini süreli kandırmaya çalışmasından ibaret.
Meclis Başkanı’nın çağrısı ile oluşturulan ‘Partilerarası Hazırlık Komisyonu’nun ilk toplantısı bugün yapılacak. Pazartesi günü AKP heyeti BDP’yi ziyaret ederek görüş alışverişinde bulundu ama konunun en önemli noktası olan; Anayasa yazma sürecinde ‘yol temizliği’ denilen yasal düzenlemelere ilişkin ‘Hak ve özgürlükler paketi’ konusunda anlaşmaya varılamadı. Oysa, demokratik Anayasa yazma yolunda en önemli adımın bu olduğunu, BDP dışındaki hemen tüm demokratlar da kabulleniyor, dahası sürekli altını çiziyor. Bu çerçevede, Kürşat Bumin’in Yeni Şafak’ta yazdığı ve TMK’yi irdelediği 9 ve 10 Ekim tarihli iki yazısına bakmakta fayda var.
‘Akil adamlar’ önerisi
Diğer taraftan, CHP ise içinde ‘akil adamlar’ heyeti önerisi barındıran ama son derece muğlak bir öneri sunmuştu. Belli ki, BDP oyunbozanlık etmeme adına ‘akil adamlar’ önerisine sıcak bakmıştı ama doğrusu ben bu ‘akil adam’ işine hiçbir zaman akıl erdiremedim. ‘Akil kadın’ olmadığım için olsa gerek, ama bu serüvenin sonunu merakla bekliyorum. Ama, yeter ki herhangi bir öneri yol aldırsın, benim aklıma yatmasın zararı yok.
Zaten “Yeni Anayasa sürecine taş koyanı Allah çarpar!” Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu, Vatan gazetesine verdiği röportajda böyle demiş. Benim bildiğim, ‘demokratik bir anayasa’ tartışmalı ve hatta çekişmeli bir ‘müzakere süreci’nin başarılabilmesi ile yazılabilir. Tartışmanın adını ‘taş koymak’ olarak koyup, ‘Allah çarpar!’ ile ön keserek demokratik Anayasa yazılamaz. Bizim demokratik anayasa tartışmamız, hukukçuların ‘4x4 Anayasa’ gibi ‘veciz’ ifadeleri ve ‘taş koymak’ gibi tabirler ile nereye varacak hep birlikte göreceğiz.
‘7 ceddimize yeter’
Bu noktada Anayasa Komisyonu Başkanı Kuzu’nun demokrasi anlayışını dikkate almakta fayda var. Kuzu, geçtiğimiz mart ayı sonunda, Kayseri’de yaşanan vahim bir cinayet olayının ardından “İdam cezasını her zaman savundum” demişti. AKP içinde, Başkanlık sisteminin en ateşli savunucusu olan Kuzu, Vatan gazetesine verdiği son röportajında da, ‘Parlamenter rejimi sevmem’ diye kestirip atmış. Demokrasi tasavvurunu yakından takip ettiğimiz birinin sözleri beni şaşırtmadı ama, gerekçelerini yine de ilginç buldum. Başkanlık sistemi, “7 ceddimize yeter... Parlamenter rejim 7 ceddimize falan yetmez”miş. Dahası Türkiye çok tehlikeli bir coğrafyada bulunduğu için ne olursa olsun ‘istikrar’ gerekiyormuş. Ama en tuhafı, “1. ve 2. Dünya savaşları bu bölgeden çıkmış. Tüm peygamberler bu bölgeye gönderilmiş. Belki de kıyamet de burada kopacak bilmiyoruz ki” sözleri. ‘Kıyamet’ ile baş edecek siyasi formülü nasıl tasarlıyor bilemiyorum ama ben şu ‘1. ve 2. Dünya savaşlarının bu bölgede çıktığı’ iddiasına takıldım. Benim bildiğim iki büyük dünya savaşı Avrupa’da ve Avrupalı güçler arasında çıktı ve dünyaya yayıldı. Dahası bu durum, demokratik anayasaların yazılmasını engellemedi. Belli ki, Kuzu’nun sadece demokrasi anlayışı değil tarih bilgisi de sorunlu.
Sonuç olarak, böyle bir ülkede bu anlayışlar ile bırakın yedi ceddimize yetecek, bizi felakete sürüklenmekten kurtaracak demokratik uzlaşma sağlayıp bunu demokratik Anayasa ile pekiştirecek süreç nasıl yaşanacak gerçekten (kaygı içinde) merak ediyorum. Belli ki, ‘görevimiz tehlike’, ama bu tehlikeli görevi üstlenecek ‘babayiğitler’ çıkar mı bilemiyorum.