Pazar yazımda, bir genç yazara dipnot düşmüştüm. Hafta sonu dağdağası bitti, ‘kendisine cevap verdiğimi iddia eden’ ve bunun üzerine bana cevap yazmaya girişen genç yazarın, Yeni Şafak gazetesinde yazdığı yazıyı doğru dürüst okudum. Okuyunca, meselenin sandığım gibi ‘dikkat çekme çabasını’ aştığını gördüm. Önemsemeyip, cevap vermeme tavrını doğru bulmuyorum. Hakkımda yazılıp çizilen her şeye tabii ki cevap verme gereği duymuyorum. Bazıları, tanıdığım insanlar, dertlerinin ne olduğunu anlıyorum, üzerinde laf yarıştırmaya değmez. Bazıları ‘şahsiyet meselesi’, bazıları ‘durum komedisi’. Bazıları ise doğrudan kara propaganda amaçlı, bu konuda yapacak bir şey yok.
Ama, yazılarına yorum sayfasında rastladığım, hiç tanımadığım ve yazdıklarını hedef almam söz konusu olmayan bu genç yazarın meselesini tam kavrayamadım. O nedenle, mevzuu biraz açmakta yarar var. Olabilir, genç bir yazar, dikkat çekmek için benimle polemiğe girme hevesi gösterebilir, bu yolun iyi bir yol olmadığını zaten tavsiye ettim, fakat yazıyı okuyunca, konuyu tam anlayamadım. Hadi, benim Suriye üzerine yorumlarımı kendi üzerine alındı, cevap yetiştirmeye girişti. Hadi, kendi yazdıklarının benzeri bir sürü yorum yapıldığını düşünmeyip, kendini fazla önemsedi. Ama, neden Suriye konusu yerine Kürt meselesi konusunda benim eski yazılarımı ardı ardına dizmiş belli değil. Bu kadar ‘benmerkezcilik’ bir genç için hayra alamet değil, hiç olmazsa ağabeyi, ablası yaşındaki benmerkezci yazarların haline baksın, bu gidişin iyi bir gidiş olmadığını, sonunda meczup durumuna düşme riski olduğunu görür. Benden söylemesi.
Hiç milliyetçi açıdan bakmadım
Ama, o kadar da değil, geçmişteki yazılarımdan alıntıların bir kısmının arasına, konuyla alakasız, sanki Kürtlerden söz ediyormuşum gibi, aslında bambaşka bir polemikten ve içinde ‘bu avanaklar’ sözü geçen bir cümle neden sıkıştırılır? Demek ki, mesele sadece kendini göstermek ve benmerkezcilik de değil, bana söylemediğim şeyleri söyletmek. Oysa konu, Kürt meselesi ile ilgili geçmişte yaptığım yorumlar ile bugünkü tutumum arasındaki değişime işaret etmekse diğer alıntılar fazlasıyla yeterli, yetmezse, ben daha fazlasını ekleyebilirim. Ve asıl burası önemli. Tam da bu nedenle, yazarı, maksadı ne olursa olsun konuyu geçiştirmek istemedim.
Bu tür vesileler, Kürt meselesi konusunda düşüncelerimdeki değişimi izah etme şansı veriyor. Ben, kat ettiğim mesafeden ve geldiğim noktadan hem durumu daha iyi kavramak açısından, hem de vicdani açıdan çok memnunum. O nedenle, her fırsatta, herkese ‘bildiğimiz gibi’, ‘bildiğiniz gibi’ olmayabilir, tekrar tekrar düşünelim, ‘karşı tarafı daha iyi anlamaya çalışalım’ tavsiyesinde bulunuyorum. Daha önce de yazdım, geçmişte de konuya hiçbir zaman milliyetçi açıdan bakmadım. O zaman yazdıklarımın çoğu ve özellikle ‘Kürt siyasi partilerinin şiddet ile aralarına mesafe koyması’ konusu, bugün birçok ‘demokrat’ tarafından ikide bir dile getiriliyor.
Daha uzun boylu tartışmak isterim
Ben de bu arada, ‘şiddet sever’ olmuş değilim, ama eski tutumumun, Kürt meselesini tüm boyutları ile iyi kavrayamamak gibi bir sorunu olduğunu düşünüyorum. Dahası bu eksik kavrayışın en önemli nedeninin, kendimde yakaladığım ‘burjuva aydını körlüğü’ olduğunu daha önce de yazdım. Bunu gizlediğim yok, yasal sınırlar izin verse, bu konuyu daha uzun boylu tartışma konusu yapmak isterim. Nitekim, barışa ve demokrasiye giden yolun ilk şartının, ‘özgür tartışma’ imkânı olduğunu düşünüyorum.
Diğer taraftan, Kürt siyasal hareketi ile halen her konuda fikir birliği içinde değilim. Geçmişte, Kürtlerin Anayasa’da ‘iki kurucu unsur’ olarak Türkler ve Kürtlerin telaffuz edilmesi önerisini eleştirmiştim, halen bunun iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum. Ama artık, geçmişte uzak olduğum federasyon veya bir tür özerklik fikrini, şimdi demokratik çözüm olarak görüyorum. Bu konuda da, BDP’nin ‘demokratik özerklik’ önerisinden biraz farklı düşünüyorum, Kürtlere mahsus bir özerklik kurgusunun daha gerçekçi bir çözüm olduğunu düşünüyorum. ‘Kürtlere mahsus bir özerklik formülü’ derken de, kastettiğim, bazı Beyaz Türk milliyetçilerinin zaman zaman ifade ettikleri, ‘gitsinler kendi bölgelerinde yaşasınlar’ fikri değil. Kürtlere özerklik ve ‘Türkiye’nin genel demokratikleşmesi’nin birbirini tamamlaması gerektiği nokta bu. Batı’da yaşayan Kürtlerin de, özerk bölge veya bölgelerde yaşayan Türk ve diğer grupların da, eşit vatandaşlar olarak yaşamlarına devam edebilecekleri bir çerçeve üzerinde düşünmek gerekiyor.
Demokrasi, toplumsal barış ve ülkemizin geleceği için çaba gösterme konusunda iyi niyetli ve samimi isek, tüm bunları uzun boylu tartışabilir ve mutlaka çözüm bulabiliriz. Denememiz gereken bu. Bunun için de öncelikle, bir psikolojik savaşa körük taşıyıcısı olmayı reddetmek gerekiyor. Niyetleri halis ise gençlerimize tavsiyem bu.