Mevcut iktidarın dış politikasını beğenen, öven de olur, beğenmeyen, eleştiren de. Ama şimdilerde ipin ucu kaçmış vaziyette. Muhalefetin ‘taşeron’ yakıştırmasını ciddi ve aklı başında bir eleştiri saymak mümkün değil, tam tersine bence aklı başında olmak bir yana düpedüz ‘yakışıksız’. Ama bu arada, övgüler de aklı selim ve ciddiyet sınırlarını iyice aşmış durumda.
İktidarı destekleyen çevrenin, Erdoğan’ı Ortadoğu’nun lideri olarak ilan etmesi epeyce tartışma götürür bir analizdir ve bu sığ analiz Türkiye’nin geleceği için bazı tehlikeler içermektedir. Ben her vesile ile Ortadoğu konusunun zannedildiğinden daha çetrefil ve tartışmalı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Kısacası, bu konu en azından daha ciddi tartışmayı gerektiriyor diyelim.
Bu arada, Ortadoğu liderliği denilince sıklıkla Erdoğan-Nasır benzetmesi yapılır oldu. ‘Yeni Nasır’ yakıştırması da artık yetmiyor, son olarak Ertuğrul Özkök, ‘Erdoğan’ı Nasır’a benzetmek övgü değil, hakarettir’ diye yazmış (Hürriyet, 14 Eylül 2011). Özkök, Google’a bakmış Nasır’ı aradığınızda ‘sadece 470 bin sayfa, Erdoğan yazdığınızda 18 milyon 300 sayfa açılıyor’muş. Nasır’ın Ortadoğu politikasındaki yerini Google’dan öğrenmeye çalışırsanız varacağınız sonuç bu olur. O zaman hazır Google’ı açmışken Büyük İskender yazın, Erdoğan’dan daha az sayfa açılacağına göre, Erdoğan mı Büyük İskender mi tartışması yapalım.
Nasır’ın rolünü anlamak için
Nasır politikalarını beğenirsiniz, beğenmezsiniz o ayrı mesele, ama Arap âleminde Nasır’ın rolünü anlamak için Ortadoğu’nun yakın tarihini ve hatta edebiyatını, popüler kültürünü bilmek lazım, ki bu da Google ile olacak şey değil. Bu iki liderin içinde bulunduğu tarihsel ve siyasi koşullar birbirinden son derece farklı. Her şeyden önce, Nasır Batı dünya sistemine haklı veya haksız meydan okuyan bir liderdi ve ‘Arap soğuk savaşı’ denilen dönem, Batı dünyası ve onların bölgedeki müttefiklerinin Nasır’a karşı topyekün savaş açtığı bir dönemdi. Türkiye o zaman da her zamanki gibi Batı dünyasının baş müttefiki olarak karşı cephede yer alıyordu. Bu çerçevede kurgulanan Bağdat Paktı’nın elebaşıydı, ama Nasır etkisi nedeniyle İngiliz himayesindeki Ürdün bile bu pakta girme cesareti gösteremedi, diğer elebaşı Irak’ta kısa süre sonra darbe oldu ve Irak pakttan çıktı. Dahası, Fransa ve İngiltere Nasır’ı vurmak için İsrail ile anlaşıp Süveyş krizini çıkardığında Türkiye, BM’de saldıranları değil Mısır’ı eleştirmişti. O devirde, Suudi Arabistan’da bile insanlar Nasır Kahire radyosunda konuşacağı zaman gizlice toplanıp, konuşmasını dinliyordu. O başka bir dünya idi ve o dünya Google dünyası değildi.
Tarihsel koşulların farklılığı
Ancak, son günlerde Erdoğan’ı Nasır’dan başarılı bulan sadece Özkök değil. Büyük tarihçi İlber Ortaylı da Akşam gazetesine verdiği röportajda (19 Eylül), Erdoğan’ı Nasır’dan daha başarılı bulduğunu söylemiş. Ortaylı, hepimizin Osmanlı tarihini öğrendiğimiz en önemli tarihçilerden biri, sanırım bu konuda yetkinliğine kimsenin itirazı olamaz. Ancak, Ortaylı’nın yetkin olsun olmasın her konuda büyük laf etmek gibi kötü bir huyu var. Tam da bu nedenle Nasır’a ilişkin o da, üzerinde fazla düşünülmemiş bir yorum yapmış olsa gerek. Zira, o da tarihsel koşulların farklılığını hiç hesaba katmamış. Dahası, Erdoğan’ın Türkiye’si ile Nasır’ın Mısır’ını gelişmişlik açısından değerlendirmiş. Nasır devrinde Türkiye, refah, sağlık, gelişmişlik açısından bugünkü seviyesinde değildi. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Marshall yardımı ve liberal ekonomik model ile kalkınma yolunu tutmuştu. Nasır Süveyş Kanalı’nı millileştirmiş, toprak reformu yapmıştı. Bu değişik yolların neticesinin muhasebesini yapabilirsiniz ama, anakronik karşılaştırmalar ile anlamlı bir analiz yapamazsınız.
Bugün Batı ve İsrail’e karşı tutum takındığı için Arap sokağında popülerleşen Erdoğan’ı alkışlayanlar o devirde Nasır’a neredeyse tapınıyordu. Dahası Nasır bir Arap liderdi ve Arapların onurunu temsil ettiği düşünülüyordu. Pan-Arabizm rüyası çoktan bitti, ama hâlâ Arap dünyasının Arap olmayan bir liderliği koşulsuz kabul etmesi son derece zordur. Tıpkı, yeni nesiller ve yeni beğenilere karşın Ümmü Gülsüm’ün yerini Türk televizyon dizilerinin alamayacağı gibi, bazı şeyler toplumların derin hafızasına kazılıdır.