Siyasi tartışmalar, sadece siyasetçiler arasında yapılmaz, aydınlar, medya yolu ile görüş bildirenler ve köşe yazarları arasında yapılır, yapılıyor. Ama nedense, köşeler arası iletişim, daha ziyade, ya benzer görüşte olanların birbirine gönderme yapması ya da çoğu saldırgan polemikler şeklinde cereyan ediyor. O kadar ki, farklı görüşten yazarların birbirinin yazısına olumlu gönderme yapması, eski tabirle ‘cemile’ (güzellik), yani jest yapmak olarak görülüyor. Oysa, derdimiz daha demokratik ve özgürlükçü bir ülke inşa etmek ise, benzer görüşler kadar farklı görüşler arası mutabakat noktaları yakaladığımızda bunu vurgulamamız gerekiyor.
Demokrasi birlikte kurulur
Zira, daha fazla demokrasiyi ancak birlikte kurabiliriz. Ben elimden geldiğince bunu yapmaya çalıştığım için, sıklıkla başka yazılara, yazarlara gönderme yapmaya önem veriyorum.
Muhafazakâr kesime yakın liberaller ile derin düşünce farklılığım var, tam da bu nedenle, bu çevreden daha fazla demokrasi vurgusu yapan yazıları özellikle önemsiyorum. Zaman gazetesinde, İhsan Dağı’nın 23 Eylül (‘Çılgın Türkler’ dönüyor mu?) ve 27 Eylül (Hazırsanız Savaşa Yürüyün!) başlıklı yazılarını bu çerçevede dikkatinize sunmak istiyorum. Dağı, ilk yazısında, dış politika tablosunun ‘eski Türkiye’yi hatırlatması’ açısından endişe verici olduğu söyleyip, özellikle Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’taki duruma işaret ederek, “Ne zaman bir meselenin içine Kıbrıs konusu sokuşturulsa ‘işkillenirim’(...) Otoriter siyasetin yaşaması için gereken oksijen adadan gelir” diyor.
Eskiden iki ‘tehdit’ vardı!
İhsan Dağı, 27 Eylül tarihli yazısında, yine otoriter siyasetlerin yapı taşı olan ‘dört tarafımız düşmanlar ile çevrili’ söylemine savrulma kaygısını ifade edip, bu tür bir dış politika çizgisinin demokrasiyi nasıl yok edeceğine işaret ediyor. “Dış tehdit dili siyaseti ve toplumu otoriterleştirir; çünkü dış tehdit varsa herkesin tek ses çıkarması istenir (...) savaş için mobilize olan bir toplumda ilk zayiat demokrasidir, ifade özgürlüğüdür, farklı olma hakkıdır” diyor.
Tabii, demokrasinin baş düşmanı ‘dış tehdit’ söylemi olduğu kadar aynı zamanda ve bazen daha da çok ‘iç tehdit’ söylemidir. Eskiden otoriter siyaset mazereti olarak iki iç tehdit ileri sürülürdü, ‘irtica’ ve bölücülük’! Şimdi bunlar, ‘terörle mücadele’ çerçevesinde bire indi ve o kadar, daha doğrusu o kadar da değil, zira Kürt meselesinin sindirme yoluyla çözümü fikri fazlasıyla ön aldı. Bu konuda muhalefet yapmak ‘vatan hainliği’ ile yaftalanır hale geldi.
Savaş politikaları bir yana, aslında demokrasi adına bir başka büyük tartışmayı da yapmaktan hep uzak duruyoruz. Demokrasi adına, Erdal Güven’in seçim öncesinde yazdığı bir yazının (Radikal, 28 Mayıs 2011) başlığı olan soruyu sormak durumundayız; “Büyük Türkiye mi, demokratik Türkiye mi?”. Bu ülkede yaşayanların çoğunun bu sorudan hiç hoşlanmayacağını, birçoğunun ise birincisinden yana akıl yatıracağını tahmin etmek güç değil. Nitekim, Güven’in alıntıladığı ‘Türkiye’de Demokrasi Algısı’ başlıklı araştırma sonuçlarına göre, “Düzeni ve güvenliği sağlamak için bazen demokrasiden taviz verilebilir” ve “Ekonomik kalkınmayı sağlamak için demokrasiden taviz verilebilir” diye düşünenlerin sayısı yüzde kırk civarındaymış.
Tablo daha da karardı
Güven, “’Büyük Türkiye’ vizyonu ister istemez hemen her şeyi küçültüyor, önemsizleştiriyor, ayrıntılaştırıyor. En başta ve en önemlisi demokrasiyi (...) her tür toplumsal ve siyasal muhalefet ‘kara propaganda’ya, Türkiye’nin büyümesini, güçlenmesini istemeyen art niyetli ‘birtakım odakların oyunu’na indirgeniyor epeydir” diyor. Ve bunları seçim öncesi söylüyor, o günden bu güne tablo daha da karardı, dış politika ‘dış düşman’, Kürt politikaları ‘iç düşman’ söylemi üzerine oturdu ve dahası ‘dış düşman ve iç düşman ittifakı’ ve onların ‘içerdeki uzantıları’ gibi köreltici bir tablo oluştu. Başbakan’ın dün partisinin ‘İl Başkanları Toplantısı’nda’ yaptığı konuşmayı bu çerçevede okursak, işin daha nerelere varabileceği endişesi taşımamak mümkün değil. Ortak derdi, daha fazla özgürlük ve demokrasi olanlar daha fazla ses versin diyorum, maruzatım bu.