Güçlü ve tekçi iktidarlar, ‘savaş’, ‘olağanüstü hal’ ortamları, eleştirel sesleri kısar, sindirir. Kimisi korkar, kimisi ‘memleketi ben mi kurtaracağım?’ yılgınlığına düşer, kimisi ‘ben işime bakarım gerisi beni ilgilendirmez’ der, kimisi ‘hazır rekabet ortamı lehime işliyor, benim düşünce mücadelesi ile yenişemediğimi hazır iktidar susturuyor, bundan iyisi Şam’da kayısı’ sevinci ile meydana çıkar. Hepsini anlarım. Ben gidişin bu yönde seyredeceği kaygısını yıllar önce ifade ettim.
Her şeye rağmen, şimdilerde beni en çok rahatsız eden, bu gidiş içinde bazılarının ‘zamanın ruhuna göre davranmak’ çabalarını örtbas etmek için cinlik yaparak, çok dolaylı yollar icat etme telaşları. Devleti, iktidarı eleştirmek zor olduğu için, eleştiri yapmaya kalkışanların önce veya sonra iktidar güzellemesi yapma ihtiyacı duymaları bir yana, birtakım vatandaş yeterince eleştiri yapamama ‘sıkıntılarını’ gidermenin yolunu habire, Kürt siyasal hareketi ve ‘sol’ eleştirisi yapmakta bulmuş vaziyette.
Türkiye’de olan bitenlerin sorumluluğunu dönüp dolaşıp, bazı solcuların ‘şiddete mesafe koyamaması’na yükleme tavrının, nereden bakarsanız bakın anlaşılır tarafı yok. Hadi, Kürt siyasal hareketini PKK’sıyla BDP’si ile toptan mahkûm ediyorsunuz, peki bunun dışında kimdir şiddete mesafe koyamayan ‘sol’ çevre? Kürt siyasal hareketine ilkesel olarak destek veren sol çevrelerin hemen tamamı Kongre hareketi adı altında örgütlenmeye çalışıyor. Kastedilen bu çevre midir, öyleyse bu çevrenin mevcut ortamın oluşmasında etkisi ne kadar olabilir? Hepimiz biliyoruz ki, bu insanlar kamuoyunu etkileyen medya çevrelerinde yoklar ve çoktan marjinalize olmuş vaziyetteler. Başta, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibi Kürt meselesine serinkanlı ve dengeli bakan az sayıda insanın da, bu çevreden çok uzak olduğu da malum. Peki, kimdir, bu sabah akşam eleştiri konusu yapılacak kadar ‘etkili’ olduğu varsayılanlar?
Devleti eleştirmek zor
Kimdir PKK’yı ve şiddeti eleştirmekten imtina ettiği için şiddet ortamını körüklediği varsayılanlar, kaç kişidirler, etkileri ne kadardır? Belli ki, asıl mesele bu değil, asıl mesele kendini ‘eleştirel’ aydın sayan bazılarının, esastan eleştirel yazmaktan imtina etmelerine gerekçe bulma çabaları. Devleti eleştirmek zor, PKK’yı eleştirmek kolay bunu anlıyoruz. Milliyetçi, muhafazakâr, sağ siyaset kökenlilerin siyasete bakışı zaten genelde ‘eleştirel’ olma iddiasında değil, onların durumu daha rahat, en azından düşünsel tutarsızlık sorunları diğerleri kadar fazla olmayabilir. Ama, hâlâ bir şekilde ‘sol’, ‘demokrat’, ‘eleştirel’ olma iddiasındakiler, içinde bulundukları hali belli ki içlerine sindiremiyorlar. Eleştirel olmadan, bunun gereğini yapmadan, bu sıfatı taşımanın yolu, ‘eleştirelliğin, demokratlığın, solculuğun’ yeniden tanımlanmasından geçiyor. Tam da bu nedenle, habire, Kürt siyasal hareketi eleştirisine, habire sol ve şiddet ilişkisine yüklenme gereği doğuyor.
Doğrusu, ben kendi adıma, Kürt siyasal hareketine ilişkin itiraz ve eleştirilerimi bu koşullarda saklı tutmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Zira, kendini özgürce ifade etmesi yasaklanan, türlü baskıya maruz olan bir siyasi hareketi topa tutmanın, mevcut baskı ortamını meşrulaştırma değirmenine su taşıyacağını düşünürüm. Her zaman böyle düşündüm, İslamcılık konusunda da aynı şeyi yapmıştım. İslamcı çevre, onlar ile yaptığım tartışmaları, onlar baskı altında iken, özellikle kamuoyu önünde yapmaktan ne kadar imtina ettiğimi gayet iyi hatırlar.
Açıkça söylüyorum, kim ne derse desin, kim ne ile suçlar ise suçlasın, Kürt siyasal hareketini eleştirme yarışına katılmaya hiç niyetim yok. Zira benim derdim, vicdanımın sesine kulak tıkamak için bahane bulmak değil, tam tersine koşullar ne olursa olsun vicdanımın sesine sonuna kadar kulak vermek.
Kemalist-laikçi çevrenin durumu
En kötüsü, yine bazı ‘demokrat’ların kendileri gibi davranmayanları, ‘AKP iktidarına düşmanlığı nedeniyle, Kürt siyasi hareketini desteklemek’ ile itham etme çabaları. Bildiğimiz kadarıyla, Kemalist-laikçi çevreden ‘ne olursa olsun AKP yıpransın’ ruh hali içinde olanlar, Kürt meselesinde en az iktidar çevreleri kadar milliyetçi tavır ve duygulara sahipler. Hatta AKP’ye itirazları daha ‘sert ve kararlı’ tutum almaması şeklinde tezahür ediyor.
Diğer taraftan, bugünlerde hâkim olan ‘Kürt siyasal hareketini olan biten her şeyden sorumlu tutma kampanyası’na uzak duran ve aralarında benim ve Kongre hareketine katılan Prof. Gencay Gürsoy’un da bulunduğu bir avuç insan, 2005 yılında Başbakan’dan randevu talep edip, AKP’nin Kürt meselesinde demokratik adım atması ve bu yöndeki adımları desteklemek için çaba göstermekte tereddüt etmemiştik. O zaman, şimdilerde Kürt meselesine ilişkin Kürtlere ders verme, kendi gibi düşünmeyenleri topa tutma çabasındaki ‘sosyal demokrat’ bir arkadaşımızı toplantıya katılmaya ikna edememiştim. Üç gazeteci arkadaşımız da, bizzat Başbakan’ın tavsiyesi ile toplantıya katılmıştı.
Tüm bunlar apaçık gerçekler ama pişkinliğin, ilkesizliğin kol gezdiği bir ortamda meydan ve ferman onların, ‘göze girme’, o olmazsa ‘gözden düşmeme’, o da olmazsa solcu-demokrat fiyakasını bozmadan ilkesizliği örtüp kaynayıp gitme adına girdikleri kompozisyon yarışmasında hepsine ‘başarılar’ diliyorum. Ama çabaları beyhude, her şey apaçık ortada.