Nil Kural

Nil Kural

nil.kural@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

X-Men geçmişe dönüyor


İzleyenler hatırlayacaktır, “X-Men” serisinin ilk üç filminde özel yetenekleri olan mutantlar, iki güçlü mutantın; Charles Xavier ve Magneto’nun liderliğinde kutuplaşmışlardı. Xavier, mutantlar ve insanlar arasında bir güven ilişkisi kurmanın yollarını arıyordu. Magneto ise bir Yahudi olarak Nazi toplama kamplarında yaşadıklarının da etkisiyle insanlarla mutantlar arasında bir savaş olması gerektiğini düşünüyordu. Üçleme boyunca Xavier ve Magneto’nun aralarından su sızmadığı geçmişlerinden bahsediliyordu.
Yeni film “X-Men: Birinci Sınıf” ikilinin arkadaş olduğu bu döneme odaklanıyor.
Filmin peşinden koştuğu meselelerden biri, Magneto ve Xavier’in geçmişlerini göstererek karakterleri ve dostluklarını parçalayan fikir ayrılıklarını daha sağlam temellere oturtmak. Başka bir taraftan, Magneto’nun yeteneklerini keşfeden Sebastian Shaw’dan aldığı intikamı ve Shaw’ın da dahil olduğu bir komployu takip ediyoruz. Üstelik etrafta ilk kez tanıştığımız birçok yeni mutant karakter de var. Dolayısıyla film, konudan konuya hızla geçen bir yapıya sahip.

Yeni bir üçleme başlıyor
Yönetmen Matthew Vaughn dinamik yönetimi ile kalabalığı bir nebze olsun örtebiliyor. Ama dallı budaklı birçok film gibi “X-Men: Birinci Sınıf” da hiçbir konuyla tam olarak ilgilenmiyor. Xavier ve Magneto gibi kahramanlarını bilindik bir dönemin, 1960’lardaki Soğuk Savaş’ın ortasına koyarak alternatif bir tarih yaratması ise filmin en kuvvetli yönlerinden biri.
“X-Men: Birinci Sınıf”, yeni bir X-Men üçlemesinin ilk filmi. Seride radikal bir dönüşüme işaret etmiyor ama yeni üçlemenin geleceği açısından fazlasıyla ümit vaat ediyor.
Aslında beşinci film “Birinci Sınıf”, zamanlama olarak serinin kan kaybettiği bir döneme denk geldi. 2006’da “X-Men: The Last Stand” ile düzgün bir şekilde tamamlanan ilk üçlemenin ardından karakterlerden Wolverine’nin hikayesini anlatan “X-Men Origins: Wolverine” (2009) gelmiş ancak bu film serinin hayranlarını ve eleştirmenleri memnun edememişti.
Bunun ardından “Layer Cake” ve “Kick-Ass”den tanıdığımız yönetmen Matthew Vaughn ve seçilen hikaye sayesinde aranan taze kan bulunmuş gibi görünüyor.

“X-Men: Birinci Sınıf / X-Men: First Class”
Yön.: Matthew Vaughn
Oyn.: James McAvoy (Charles Xavier), Michael Fassbender (Erik Lehnsherr / Magneto), Kevin Bacon (Sebastian Shaw), Rose Byrne (Moira MacTaggert), Jennifer Lawrence (Raven / Mystique)
Sen.: Ashley Miller, Zack Stentz, Jane Goldman, Matthew Vaughn
Gör.: John Mathieson
Müz.: Henry Jackman


X-Men geçmişe dönüyor

Las Vegas yerine Bangkok
“Felekten Bir Gece Daha” ilk filmde tutan formülü aynen uygulamaya çalışıyor



Kağıt üzerinde sıradan bir erkek komedisi gibi gözüken, gösterime girdikten sonra haklı bir gişe başarısı elde eden “Felekten Bir Gece / The Hangover”ın devam filmi “The Hangover II: Felekten Bir Gece Daha / The Hangover II” merakla bekleniyordu. Dünya çapında 467 milyon dolar hasılat toplayan ilk filmde izleyicileri gülme krizine sokan ekip; yönetmen Todd Phillips ile başrol oyuncuları Bradley Cooper, Ed Helms ve Zach Galifianakis ikinci filmde de yerli yerindeydi. Bu tablodan yola çıkarak, ilk filmin başarısının ikinci filmde de tekrarlanacağına hükmedilebilir. Ama maalesef yapısal açıdan ilk filmin karbon kopyası gibi bir filmle karşı karşıyayız.
İkinci filmde Stu (Ed Helms) evleniyor. Gelin Taylandlı olduğu için düğün de Tayland’da gerçekleşiyor. Phil (Cooper), Alan (Galifianakis) ve Doug (Justin Bartha) düğün için Tayland’a gidiyor. Stu düğününden önce sakin bir gece planlıyor. Ancak beklediği gibi olmuyor. Üç arkadaş uyandıklarında kendilerini Bangkok’ta bir otel odasında buluyorlar. Geceye dair hiçbir şey hatırlamıyorlar.

Politik açıdan rahatsız edici
Kurgusundan esprilerine, karakterlerinden olayların akışına kadar ilk filmde Las Vegas’ta ne olduysa, ikinci filmde Bangkok’ta da aynısı oluyor. Ama bazı farklar yok değil. Espri düzeyi daha düşük. Son dönem Hollywood komedilerden çıkan en büyük cevher Zach Galifianakis bile filme tat katamıyor.
Daha fazlası da var. Tayland’da geçen “Felekten bir Gece Daha”, oryantalist ve ırkçı bakış açısı yüzünden topa tutulan “Sex and the City 2” gibi. Ruslar, Asyalılar, Araplar derken ABD’liler dışında herkes ırkçı esprilerden ve ucuz şakalardan nasibini alıyor. İlk filmde Las Vegas üç arkadaşa ufak bir kazık atmış bir eğlence merkeziyken; Bangkok onları yok etmeye çalışan bir cehennem. İşte bu yüzden de “Felekten Bir Gece Daha”, sadece yavan bir devam filmi olmanın ötesine geçiyor ve politik açıdan çok rahatsız edici bir hal alıyor. n

Haberin Devamı



10 yıl sonra John Carpenter
Korku sinemasının usta ismi John Carpenter, 2001 yapımı “Ghosts of Mars”tan beri ortalarda yoktu. Carpenter’ın 10 yıl sonra çektiği korku filmi “Koğuş /
The Ward” 1960’larda bir akıl hastanesinde geçiyor.
Kristen (Amber Heard) bir evi kundakladıktan sonra bir akıl hastanesine kaldırılır. Dört kadınla bir koğuşu paylaşan Kristen, bir süre sonra hastanede bir hortlak bulunduğunu anlar. Ama kimse Kristen’in aradığı cevapları vermemektedir.


“Ateşli Oda“
Otel odasında 12 saat
Elena Anaya ve Natasha Yarovenko’nun başrollerini paylaştığı “Ateşli Oda / Habitacion en Roma”, birbirlerini tanımayan biri Rus biri İspanyol iki kadının Roma’da otel odasında geçirdikleri 12 saati anlatıyor. İki kadın ülkelerine dönmeden önce birbirlerine hayatlarını anlatıyorlar. Film, Julio Medem imzasını taşıyor.


“Sevimli Cüceler Cino ve Jülyet“
Bahçe cüceleri
“Shrek 2”nin yönetmenlerinden biri olan Kelly Asbury’nin yeni filmi “Sevimli Cüceler Cino ve Jülyet / Gnomeo & Juliet”in Türkçe seslendirme kadrosunda aralarında Halil Ergün, Sercan Gidişoğlu ve Canan Kılıç’ın da olduğu isimler yer alıyor. Bahçe cüceleri Cino ve Jülyet’in maceralarını anlatan filmin orijinal müziklerinde Elton John’un da imzası var.


“Dehşet Evi“
Ailenin yaşadığı terör
2010 yapımı İspanyol korku filmi “Dehşet Evi / Secuestrados”da Joven ailesi yeni bir eve taşınıyor. Aile eve yerleşirken içeri zorla giren üç kişi onları esir alıyor. Miguel angel Vivas’ın yönettiği filmin başrollerini Manuela Velles, Ana Wagener ve Xoel Yanez paylaşıyor.


“Kaledeki Yalnızlık“
Kalecinin dramı
Ödüllü oyuncu Volga Sorgu’nun ilk filmi “Kaledeki Yalnızlık”ta aralarında Numan Çakır, Özlem Tekin, Tolga Sarıtaş ve Nur Sürer’in de olduğu isimler var. Film parlak bir futbol kariyeri sürerken geçirdiği trafik kazasında sakatlanan ve eşini kaybeden Nurettin’i konu alıyor.


“Gördüğüm En Güzel Kadın“
İtalya’nın Oscar adayı
Bu yıl İtalya’nın En İyi Yabancı Film dalında Oscar’a gönderdiği “Gördüğüm En Güzel Kadın / La Prima Cosa Bella” bir komedi. Paolo Virzi’nin yönettiği film, ölen annesinin yanına dönen bir profesör üzerinden geçmişe dönüyor ve 1970’lere uzanıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Valerio Mastandrea, Stefania Sandrelli ve Claudia Pandolfi bulunuyor.