Gizli kalmış bir mücadele ve dayanışma öyküsünden yola çıkan film, son dönemin en başarılı “kendini iyi hisset” filmlerinden biri
Keşke her ‘gerçek bir hikayeye dayanıyor’ ibaresinin öyküsü “Pride / Onur”unki kadar ilginç ve ilham verici olsa. 1984’ün Margaret Thatcher dönemi İngiltere’sindeyiz. LGBTİ hakları için mücadele eden aktivistler, polisin neden onları rahat bıraktığını düşünürken, devletin kolluk kuvvetlerini madencilerin grevine tahsis ettiğini fark ediyor. Mark adlı aktivist, madencileri desteklemek için birkaç gönüllü daha buluyor. Ancak Madenciler Sendikası onların desteğini kabul etmiyor. Bunun üzerine Galler’de yardımı kabul eden bir madenci kasabası buluyorlar. Birbirlerinden farklı değerlere sahip LGBTİ aktivistleri ve erkek toplumu temsilcisi madenciler arasındaki buzlar zamanla eriyor. Madenciler direnişlerinde başarılı olamasa da İşçi Partisi LGBTİ haklarının kanunlaştırılmasında önemli rol oynuyor. Elbette Madenciler Sendikası’nın ısrarıyla...
Gezi’yi yaşayan Türkiye’deki izleyiciye daha anlamlı gelecek
“Onur” bu müthiş, dünyanın kötü gidişatının içinde umut veren hikayeyi izleyicisine sulandırmadan ve koyu tonlara boyamadan anlatıyor. Bir araya gelmesi kağıt üzerinde imkansız duran grupların bir araya gelip güçlenmesi, Gezi’yi yaşayan Türkiye’deki izleyiciye daha da anlamlı gelecek şüphesiz.
“Onur”, sol değerler üzerinden yükselen bir kendini iyi hisset filmi. Hikaye, adım adım madenciler ve LGBTİ aktivistlerinin dayanışmasını verirken filmin özellikle finaldeki duygusal yoğunluğu etkileyici. Elbette Thatcher’ın grevi kırmak için yaptıkları, polis şiddeti filmde olduğu dehşetiyle gösterilmiyor ve film döneme pembe gözlüklerin ardından bakıyor. Ama “Onur” dayanışmadan doğan kazanımların yarattığı iyi hisleri anlatmayı seçiyor. Bu tercihiyle tam bir kalp hırsızı.
“Onur / PrIde”
Yön.:Matthew Warchus
Oyn.:Ben Schnetzer (Mark), Andrew Scott (Gethin), George MacKay (Joe), Paddy Considine (Dai), Bill Nighy (Cliff)
Sen.:Stephen Beresford
Gör.:Tat Radcliffe
Müz.:Christopher Nightingale
Altın Ayı ödüllü
Mahmud Ahmedinejad hükümetine muhalif olduğu için sinemadan men edilen İran sinemasının en önemli isimlerinden Cafer Penahi’nin bu yılki Berlin Film Festivali’nden büyük ödül Altın Ayı ile dönen yeni filmi “Taksi Tahran / Taxi”. Penahi, kendi kimliğiyle taksi şoförü olarak Tahran sokaklarında dolaşıyor. Taksiye inip binen müşteriler eşliğinde günümüz İran toplumunun portresini mizahı ihmal etmeden çıkarıyor. Ama filmin en öne çıkan yanı Pehani’nin sinemaya duyduğu aşkın hiçbir yasakla, zorlukla azalmadığı, tam tersine arttığını göstermesi....
Terminatör sil baştan
Bilimkurgunun en sevilen serilerinden “Terminatör”ün beşinci filmi “Terminatör: Genisys”te serinin en başına dönüyoruz. Makinelere karşı isyanın lideri John Connor (Jason Clarke), sağ kolu Kyle Reese’ı (Jai Courtney), 1984 yılına annesi Sarah Connor’ı (Emilia Clarke) koruması için gönderiyor. Ancak Kyle güçlü, savaşa hazır bir Sarah Connor buluyor. Film, serinin zaman ekseninden kafası karışanlar için bitmek bilmeyen açıklamalarla dolu. Bütün bunların ortasında filme renk katan faktörlerin başında Arnold Schwarzenegger’ın Terminatör olarak varlığı geliyor. Filmdeki mizahın kaynağı da o. Sonuçta “Terminator Genisys”, ilk iki filmin gerisinde ancak üçüncü ve dördüncü filmden daha ilginç bir halka olduğu kesin.
DVD
HAFTANIN YENİSİ
“SELMA/ ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ”
Akademi Ödülleri’nde beklediğini bulamasa da, Martin Luther King’in hak mücadelesinin belli bir dönemini düzgün şekilde anlatan film gözden kaçmamalı.
Haftanın diğerleri
-Aktör Andrea Di Stefano’nun yönettiği ilk film“Escobar: Kayıp Cennet / Escobar: Paradise Lost”, Kolombiya’da uyuşturucu kaçakçılığından bir imparatorluk kuran Pablo Escobar’ın hikayesini aileye damat adayı olarak girip dehşete kapılan bir Kanadalı üzerinden anlatıyor. Film, suçluları kahramanlaştırma veya karizmatik gösterme eğiliminden uzak durmasıyla takdiri hak ediyor.
-Bu haftanın tek yerli filmi, korku türündeki Muzaffer Gülçek’in yönettiği “Alkarısı: Cin-net”.
-Sporda başarı öyküsü formülünü uygulayan “McFarland / McFarland, USA”, benzerlerinden Meksikalı, emekçi çocukları merkeze almasıyla ayrılıyor. Gerçek bir hikayeden yola çıkan film, Kevin Costner’ın canlandırdığı bir spor koçunun, tarlada çalışan göçmen çocuklardan zengin sporu uzun koşu takımı çıkarmasıyla ilgili.
-İspanya yapımı korku “Araftaki Ev / La casa del fin de los tiempos”, uzun yıllar önce garip olaylar yaşadığı eve dönen bir kadının başına gelenlerin gizemini çözmeye çalışma süreci. Alejandro Hidalgo’nun yönettiği filmin, korku türünde zaman zaman ilginç filmler çıkaran İspanya’dan olması ümit veriyor.
-“Gone Girl / Kayıp Kız”ın yazarı Gillian Flynn’ın diğer bir romanından uyarlanan “Karanlık Yerler / Dark Places”, ailesinin öldürüldüğü bir olaydan sonra verdiği ifadeyle abisinin hüküm giymesine neden olan bir kadını merkeze alıyor. Gilles Paquet-Brenner’ın yönettiği, başrollerini Charlize Theron, Chloe Grace Moretz ve Nicholas Hoult paylaşıyor. Gerilim polisiye türündeki film, ortalama eleştiriler aldı.
-Bu hafta minik izleyicilere hitap eden iki film gösterime giriyor. İlki bir koyunun Ay’a gitme macerasını konu alan “Kıvırık: Ay Macerası”. Diğeri ise Chuck Powers’ın yönettiği kimlik krizi yaşayan bir kurbağayı merkeze alan Malezya yapımı “Kurbağa Prens / Ribbit”.