İki Altın Palmiye ödüllü sayılı yönetmenlerden Dardenne kardeşler, yeni filmleri “İki Gün ve Bir Gece”de bir kez daha güçlü bir karakter üzerinden politikaya uzanıyorlar
Sinema tarihinin kusursuz filmografilerinden birine sahip Dardenne kardeşler, “İki Gün ve Bir Gece / Deux jours, une nuit”de kariyerlerinde ilk kez yıldız bir oyuncuyla çalışıyorlar ama Marion Cotillard sinemacılarla bir kan uyuşmazlığı yaşamıyor. “İki Gün ve Bir Gece” politik sinemanın kusursuz bir örneği.
Depresyon nedeniyle işinden uzak kalan, evli ve iki çocuklu Sandra, işine dönmeye hazır olduğu günlerde kötü bir haber alıyor: Patronu çalışanlara hem 1000 avroluk primi verip hem de Sandra’nın işine devam etmesini karşılayamayacağını söylemiş; 16 kişiden sadece ikisi Sandra’yı prime tercih etmiştir. Oylamanın iki gün sonra tekrarlanmasını patron kabul eder. Sandra hafta sonu boyunca sakinleştiriciler alarak iş arkadaşlarını ziyaret edip işine ihtiyacı olduğunu anlatacaktır.
Bu, sol sinemanın güçlü temsilcileri Dardenne kardeşlere sayısız imkan sağlayan parlak bir fikir. Sandra’nın zorlu yolculuğunu takip ederken, çalışan işçilerin hafta sonları gündelik hayatını, çaresizliklerini, azınlıkların durumunu gözlemliyoruz.
Her tespitinde haklı
Cotillard’ın sade performansıyla güçlenen film, bu yıl yarıştığı Cannes’dan ödül alamadı ama bu sizi yanıltmasın. Çünkü “İki Gün ve Bir Gece”, günümüz çalışma hayatına Sandra başta olmak üzere güçlü karakterler üzerinden bakabilen ve her tespitinde haklı olan bir film. Sinemanın sadelikten güç bulmasının dört başı mamur bir örneği olan “İki Gün ve
Bir Gece”, Dardenne kardeşlerin sinemada durdukları yerin önemini ve sağlamlığını
bir kez daha kanıtlıyor.
“İki Gün ve Bir Gece / Deux jours, une nuIt”
Yön.: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne Oyn.: Marion Cotillard (Sandra), Fabrizio Rongione (Manu), Catherine Salee (Juliette Batiste Sornin), Batiste Sornin
(M. Dumont) Sen.: Jean-Pierre ve Luc Dardenne
Gör.: Alain Marcoen
Üçlemenin son halkası
İsveçli sinemacı Roy Andersson, “Yaşayanlar Üçlemesi”nin son filmi “İnsanları Seyreden Güvercin / En duva satt pa en gren och funderade pa tillvaron”la Venedik’ten Altın Aslan’la döndü. Yedi yıl gibi uzun aralarla film çekerek sinemaya kötülük eden Andersson, bir kez daha benzersizliğini kanıtlıyor. Kadrajlar içinde yarattığı mizahla insanlığın zavallılığını yansıtan yönetmen, bu filminde de Avrupa’dan insan manzaraları sunuyor. Kara mizahla dolu “İnsanları Seyreden Güvercin”, yılın sanat sineması
zirvelerinden biri.
Çanakkale’de bir baba
Ünlü aktör Russell Crowe’un ilk kez yönetmen koltuğuna oturduğu “Son Umut / The Water Diviner”da, Çanakkale Savaşı’nın sonrasındayız. Crowe’un canlandırdığı Avustralyalı baba Connor, üç oğlunu Çanakkale Savaşı’nda kaybetmiştir. Onların mezarlarını bulmak için Türkiye’ye geldiğinde Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz’ın canlandırdığı Türk askerlerle dostluk kurar.
Filmin iyi niyetli bir savaş karşıtı mesajı olsa da Connor’ın turist kimliğiyle yaşadıkları ve savaşın yıkımı arasındaki dengesizlikler filmin bir türlü eksenini bulamamasına yol açıyor. Klasik bir anlatıma sahip film, Anzak askerlerinin Türkiye’ye niye
geldiğini de sorguluyor ama bunu
güçlü bir senaryoyla destekleyemiyor. Ancak hem Türkiye’yi hem de Avustralya’yı ilgilendiren bu filmin, ülkelerin ortak geçmişinden beslendiği için, bu iki ülkede gişede ilgi göreceğini tahmin edebiliriz.
Diğerleri
l Ersoy Güler’in imzasını taşıyan “Yusuf Yusuf”, oyuncu kadrosunda Ali Sunal, Burak Satıbol ve Oya Başar’ın yer aldığı bir komedi. Film, ana karakteri dolmuş şoförü Yusuf’un ve aynı adlı bir militanın mücadelesi üzerinden ilerliyor.
l Amerikan yapımı bağımsız film “Nikahta Keramet Var mı? / Peace After Marriage”in yapımcıları Türkiye’den. Bandar Albuliwi ile Ghazi Albuliwi’nin yönettiği film, New York’ta geçiyor. İsrailli bir kadın ve Filistinli bir adamın anlaşmalı evliliğine odaklanan film, Woody Allen filmlerini andıran, hoş bir komedi.
l İspanyol korku serisi “[REC]”in dördüncüsü “[REC] 4: Kıyamet / [REC] 4: Apocalipsis”, serinin takipçilerine hitap ediyor. Yönetmen koltuğunda Jaume Balaguero var.
l Murat Tüter’in imzasını taşıyan “Aşk-ı Sûzan”, 19 yaşında bir gencin aile dramını
konu alıyor.
l Aile filmi
“Ayı Paddington / Paddington”,
Michael Bond’un
çocuk kitaplarının sinema uyarlaması. İngiltere yapımı film, Londra’da bir istasyonda tanıştığı oyuncak ayıyla arkadaş olan bir çocuğu anlatıyor.