“Kurtlar Vadisi Filistin” intikamı en ilkel haliyle, şiddet üzerinden yüceltmek dışında hiçbir şey yapmıyor
Vizyon tarihi Kasım 2010’dan bugüne ertelenen ve sezonun en çok izleyici çekmesi beklenen filmlerinden biri olan, Zübeyr Şaşmaz’ın yönettiği “Kurtlar Vadisi Filistin”, Polat Alemdar ve ekibinin “Kurtlar Vadisi Irak”tan sonra ikinci beyazperde macerası.
Malum, filmle ilgili ilk gelen bilgilerden beri biliyoruz, bu kez Polat Alemdar ve arkadaşları Mavi Marmara baskınının intikamını almanın peşindeler. Nitekim Mavi Marmara’da geçen bir açılış planından sonra bir anda kendimizi İsrailli askerle çatışan Polat Alemdar ve arkadaşlarının yanında buluyoruz. Öğreniyoruz ki, buraya Moşe adlı bir İsrailli komutanı öldürmek için gelmişler. Filmin geri kalanı, Filistin halkının acılarına şahit olup gerçek Yahudiliğe dair tiratlar atan Yahudi asıllı bir Amerikalı kadın, kötü adamlarımız Moşe ve ne idüğü belirsiz İsrailli üst düzey bir yetkili, Polat ve adamları tarafından öldürülen onlarca İsrail askeri ve acı çeken Filistin halkı diye sürüp gidiyor.
Karakterlerden olaylara her şeyin aşırı karikatürize olduğu film, dizinin komplo teorisi üretme huyundan bile nasibini almamış. Eğer nüfus meselesini komplo teorisinden saymazsanız. Özetle “Kurtlar Vadisi Filistin”, Mavi Marmara baskınından yola çıkan ama nedenlere, nasıllara, politikaya, hiç bulaşmayan bir film. Filistin halkının intikamını, Müslümanlık ve Türklük adına Polat Alemdar ve arkadaşlarının rol aldığı film, intikamı en ilkel haliyle, şiddet üzerinden yüceltmek dışında hiçbir şey yapmıyor.
“Kurtlar Vadisi Filistin”
Yön.: Zübeyr Şaşmaz
Oyn.: Necati Şaşmaz (Polat Alemdar), Erdal Beşikçioğlu (Moşe), Gürkan Uygun (Memati), Kenan Çoban (Abdülhey), Nur Aysan (Simone)
Sen.: Raci Şaşmaz, Bahadır Özdener, Cüneyt Aysan
Gör.: Salahattin Sancaklı
Müz.: Kalan Müzik
Yine perdede acılar var
Alejandro Gonzalez Inarritu, “Amores Perros”tan beri birçok karakterin hayatlarının kesiştiği ve bu kesişmeler etrafında kaderin ağları ördüğü filmlerin yönetmeni olarak tanınıyor. Yeni filmi “Biutiful”da ise ilk kez tek bir karaktere, Javier Bardem’in canlandırdığı Uxbal’a odaklanıyor.
Barselona’da geçen filmde, Uxbal, psikolojik olarak iniş çıkışlar yaşayan karısından ayrılmış, iki çocuğunu yetiştiren bir baba. Mesleği de göçmen işportacılarla, polisin arasında bir tür arabuluculuk yapmak. Komisyon alarak yasadışı yaşayan işportacılara sahip çıkmak. Uxbal bir gün mide kanseri olduğunu ve az vakti kaldığını öğreniyor. Veda vakti gelmeden, çocuklarının geleceğini sağlama almaya çalışıyor.
İki Oscar adaylığı bulunan “Biutiful”, Inarritu’nun önceki filmlerindeki gibi yine acılara odaklanıyor. Bu kez de, arka sokaklarda yaşam savaşı veren göçmenler, psikolojik sorunlar, kanser, ölüm derken Uxbal’ın etrafında olabilecek her türlü azap, her türlü talihsizlik var.
Inarritu izleyicisini hırpalamaktan, dünyayı tüm zalimliğiyle aktarmaktan kaçınmıyor ama bunu yaparken yakaladığı derinlik, “dünya acılarla dolu bir yer” önermesinden öteye geçemiyor.
Filmdeki performansıyla geçen yıl Cannes Film Festivali’nden En İyi Erkek Oyuncu ödülü alan Bardem, çoğu meslektaşı gibi ana dilinde tüm yeteneğini konuşturabiliyor.
“Biutiful”
Yön.: Alejandro Gonzalez Inarritu
Oyn.: Javier Bardem (Uxbal), Maricel ilvarez (Marambra), Hanaa Bouchaib (Ana), Guillermo Estrella (Mateo)
Sen.: Alejandro Gonzalez Inarritu, Armando Bo, Nicolas Giacobone
Gör.: Rodrigo Prieto
Müz.: Gustavo Santaolalla
Kült filme şaşaalı devam
1982 yapımı “Tron”, Pixar’ın beyni John Lasseter’ı “Tron olmasa, Oyuncak Hikayesi de olmazdı” diyecek kadar etkilemiş bir kült film. Neredeyse 30 yıl sonra çekilen devam filmi “Tron Efsanesi / Tron Legacy” ise 170 milyon dolarlık büyük bütçesiyle ve 3D alanında iddialısıyla basbayağı bir gişe canavarı olma amacında.
İlk filmde dijital dünyaya giren Kevin Flynn’in (Jeff Bridges) oğlu Sam (Garrett Hedlund), üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen babasının kayboluşunun nedenini bilmiyor. Kendisi de babası gibi bilgisayarlar konusunda yetenekli bir tip olan Sam, bir gün babasından gelen gizemli bir mesajın peşinden babasının eski ofisine gidiyor. Babasının ne üzerinde çalıştığını anlamaya çalışırken, o da kendisini dijital dünyasının içerisinde buluyor.
Çok başarılı bir 3D çalışmanın yanı sıra dijital dünyanın atmosfer yaratımından ses kurgusuna, teknik açıdan tatmin edici bir film “Tron Efsanesi”. Ama mesele olay örgüsüne gelince... Öykü ana akım film izleyicisinin adı gibi bildiği şekilde ilerliyor.