Nil Kural

Nil Kural

nil.kural@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Darren Aronofsky’nin yönettiği “Siyah Kuğu” yılın en konuşulan filmleri biri oldu. Yarın gece Natalie Portman’a En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar kazandırma olasılığı da hayli yüksek.
Aronofsky bundan önceki filmi “Güreşçi”de de kendisini fiziksel olarak hırpalayan bir kahramanı anlatmıştı. Bu defa sırada bir balerin var. Tekniği kuvvetli, azimli Nina’ya sanat yönetmeni Thomas Leroy bir fırsat verir: “Kuğu Gölü”nün başrolü. Ancak Leroy’un bir endişesi vardır. Nina’nın Beyaz Kuğu olarak başarılı olacağından emindir ama Siyah Kuğu’yu canlandıracak seksapel ve çekiciliğe erişeceğinden emin değildir. Kızına çok düşkün annesi Erica’yle yaşayan Nina, rolün ağırlığı altında ezilir ve akli dengesi bozulmaya başlar.
Aronofsky ile ilgili yaygın bir kabul var: O, ya çok seveceğiniz ya da hiç sevmeyeceğiniz yönetmenlerden... Arası yok. Bunun nedeni de yönetmenin kendinden fazla emin tavrı, filmlerindeki kesin yargılar ve iddia olabilir. “Siyah Kuğu”da da, Aronofsky’nin “Her şeyi çözdüm” tavrı filmin tökezlediği nokta oluyor.

Çözümlemeler derinliksiz
Portman’ın başarısı tartışılmaz performansına, bale dünyasının estetiğine rağmen hırsı göstermesindeki cesarete, gerilimin iyi yaratılmış olmasına ve konunun çekiciliğine rağmen filmin Nina konusundaki psikolojik çözümlemeleri basit ve derinliksiz. Aronofsky’ye bakarsanız, bir kadının cinsel açıdan bastırılmış olması ve yine bir kadın olan annesinin ilgisi, psikolojik bir çöküntü için yeterli. Oysa kadın cinselliğinin psikolojik olarak “Siyah Kuğu”dan çok daha derin çözümlemelerini 60’lar sinemasında görmüştük.
Aronofsky “Pi”de deliliğin sınırında gezinen ana erkek karakterini veya “The Wrestler”ın kendisine zarar verme eğilimindeki güreşçisini anlamak ve anlatmak için gösterdiği çabanın bir kısmını bile “Siyah Kuğu”nun Nina’sına göstermemiş gibi duruyor.

Balerinin ruhsal çöküntüsü


“Siyah Kuğu / Black Swan”

Yön.:
Darren Aronofsky
Oyn.: Natalie Portman (Nina Sayers), Mila Kunis (Lily), Vincent Cassel (Thomas Leroy), Barbara Hershey (Erica Sayers), Winona Ryder (Beth Macintyre)
Sen.: Mark Heyman, Andres Heinz, John J. McLaughlin
Gör.: Matthew Libatique Müz.: Clint Mansell

Hapisten eş kaçırma
Kaçış Planı / The Next Three Days”, 2007 yapımı Fransız filmi “Pour Elle”nin yeniden çevrimi. Öğretim görevlisi John Brennan’ın (Russell Crowe) Lara (Elizabeth Banks) adlı karısıyla mutlu bir ailesi vardır. Bir gün polisler Lara’yı, patronunu öldürdüğü gerekçesiyle tutuklar. Deliller aleyhine olduğu için Lara 20 yıl hapse mahkum olur. Karısının masum olduğuna inanan John, bir plan yapıp Lara’yı hapisten kaçırmaya karar verir.


Özcan Deniz yönetiyor
Özcan Deniz’in ilk kez yönetmen koltuğuna oturduğu “Ya Sonra”da başrolleri Özcan Deniz, Deniz Çakır ve Barış Falay paylaşıyor. Filmin konusu şöyle: Âdem (Deniz) ile Didem (Çakır) evli bir çift. Âdem’in tavırları Didem’i kendisinden uzaklaştırıyor ve sorunlar başlıyor.

Coen’lerden düz bir western
Türden türe atlama konusunda hiç çekingen davranmayan Joel ve Ethan Coen, bu kez Charles Portis’in 1968 tarihli romanından aynı isimle uyarlanan bir western’le karşımıza çıktılar: “İz Peşinde / True Grit”. Roman daha önce de 1969’da sinemaya uyarlanmış ve başroldeki John Wayne’e Oscar kazandırmıştı. Ama Coen’ler 10 dalda Oscar adayı olan filmlerini çekerken bu uyarlamaya değil, romana sadık kaldılar.
Mattie Ross’un (Hailee Steinfeld) babası, yanında çalışan Tom Chaney (Josh Brolin) tarafından öldürülür. Ross kimsenin katilin peşinden Kızılderili topraklarına gitmeyeceğini bildiği için kendi işini kendi görmeye karar verir. Birleşmiş Milletler askeri Rooster Cogburn’ü (Jeff Bridges) Chaney’i yakalaması için tutar. Ancak Cogburn, acımasızlığının yanı sıra içkiye düşkün olduğu ve güven vermediği için Mattie de, Chaney’i onunla birlikte aramaya karar verir. Ayrıca Chaney’in peşinde bir adam daha vardır: Texas polisi LaBoeuf (Matt Damon)...

Mizahı unutup bu işi ciddiye almışlar
“İz Peşinde” dünyanın en önemli görüntü yönetmenlerinden Roger Deakins’in bu coğrafyada yarattığı kadrajlar, özellikle Bridges olmak üzerine oyunculuklar ve tabii ki Coen’lerin yönetmenliğiyle, bu sezon karşımıza çıkan çoğu ABD yapımından katbekat üstün bir film.
Aynı zamanda Coen’lerden beklenmedik derece klasik bir anlatıma sahip bir western. İçinde ayı postlu şifacı gibi absürd ve tanıdık Coen anları barındırsa da, film genelde alışıldık western çizgisinden pek sık uzaklaşmıyor. Coen’ler mizaha yakınlıklarına rağmen vahşi, maço, kanunsuz western dünyasını basbayağı ciddiye alıyorlar. Dayanışma, arkadaşlık gibi konular üzerinde duruyorlar. Oysa neredeyse western türü onların elinde daha düşündürücü bir hal alabilirdi.