“Savaş Atı /War Horse”
Ana karakteri at olan bir film çekmek, ancak Steven Spielberg düzeyinde bir sinemacının yapacağı bir iş
Hollywood’un kralı Steven Spielberg En İyi Film, En İyi Müzik ve değişik altı dalda Akademi Ödülü adayı yeni filmi “Savaş Atı”nı İngiliz yazar Michael Morpurgo’nun 1982 tarihli kitabından uyarlamış.
Film, I. Dünya Savaşı yıllarında geçiyor. İngiltere’de çiftlik sahibi Narracott ailesi, Joey adlı bir tay satın alır. Ailenin oğlu Albert’ın çok sevdiği bu akıllı ve hünerli at, Albert’ın babası Ted tarafından savaş arifesinde orduda Nicholls adlı bir adama satılır. Albert bu olay karşısında yıkılır ama Joey’e veda eder. Joey savaş sırasında cepheden cepheye sürüklenirken, Albert sevgili atına kavuşmanın hayalini kurmaktadır.
I. Dünya Savaşı’nı kahraman bir at ve atın çeşitli sahipleri üzerinden anlatmak gibi kağıt üzerinde riskli duran bir projeye cesaret etmek ancak Spielberg düzeyinde bir sinemacının yapabileceği bir hamle. Tabii ana karakteri bir at olan bir film çekmek de...
Spielberg bu risklerin altından kalkabiliyor. Aile filmi etiketi altında sorunsuzca izlenen ve duygusal anlar barındıran bir filme imza atıyor. Ancak Spielberg düzeyinde bir sinemacının filmografisi içerisinde değerlendirildiğinde, “Savaş Atı”nın usta yönetmenin en zayıf filmlerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Filmin uzun süresi, klişeler yumağı halinde ilerleyen yapısı, savaş üzerine birden fazla film yapmış Spielberg’ün konuyla ilgili söyleyecek bir sözünün, yapacak bir gözleminin kalmamış olması, filmin en ciddi eksikleri. Bir Spielberg filminin yapım kalitesinin yüksekliğini ise tartışmaya açmaya bile gerek yok.
Yön.: Steven Spielberg
Oyn.: Jeremy Irvine (Albert Narracott), Peter Mullan (Ted Narracott), Emily Watson (Rose Narracott), David Thewlis (Lyons), Tom Hiddleston (Kaptan Nicholls) Sen.: Lee Hall, Richard Curtis
Gör.: Janusz Kaminski
Müz.: John Williams
“Kevin Hakkında Konuşmalıyız”
Okul katliamlarında anne tarafı
Genellikle ABD’de yaşanan okul katliamları Lionel Shriver’ın aynı adlı kitabından uyarlanan ve sinema sezonunun beğenilen filmlerinden birine dönüşen “Kevin Hakkında Konuşmalıyız / We Need To Talk About Kevin”ın konusu.
“Ratcatcher” ve
“Morvern Callar”dan hatırlayabileceğimiz İskoç yönetmen Lynne Ramsay filminde okul katliamcısının annesi Eva’nın (Tilda Swinton) vicdan azabını ve kendisini sorgulamasını
odağa alıyor.
Pek çok öğrencinin hayatını kaybettiği okul katliamını yapan Kevin’ın (Ezra Miller) annesi, en hafif kelimeyle tuhaf bir çocuk olan Kevin’ın çocukluğundan ergenliğine uzanan büyüme sürecini düşünür. Bir yandan yaşadığı kasabanın sakinleriyle sorunlar yaşamakta ve gündelik hayatını sürdürmekte zorlanmaktadır.
Filmde harikalar yaratan Swinton’ın Akademi Ödülleri’nde adaylık alamayarak gözden kaçırılan performansına Ramsay’ın hikaye anlatımındaki hakimiyeti de ekleniyor. Annenin psikolojisini dört dörtlük bir şekilde yansıtan ve Kevin’ın hikayesini merak uyandıran bir şekilde gösteren film, neredeyse kusursuz. Tek eksiği, özellikle ABD coğrafyasında yaşanan bu tür katliamları yaratan sosyal ortama kafasını çevirmesi ve bu yönü anlatma derdine hiç girmemesi.
“Karanlıklar Ülkesi”
Dördüncü kez ‘yeraltı’nda
Underworld / Karanlıklar Ülkesi” serisinin dördüncü filmi “Karanlıklar Ülkesi: Uyanış / Underworld: Awakening” adını taşıyor. Serinin ilk filmlerinde imzası bulunan Len Wiseman’ın yapımcı ve senarist olduğu dördüncü filmde, Selene’i canlandıran Kate Beckinsale başrolde.
Mans Marlind ve Björn Stein’in yönettiği film, insanlardan saklanan ve kendi aralarında kapışan vampirler ile Lycan’ların varlığı insanlar tarafından keşfediliyor. Ardından bu iki türün insanlar tarafından katledilmesiyle sonuçlanan süreçte vampir Selene de yakalanıyor. Yıllar sonra bir laboratuarda uyanan Selene buradan kaçmayı başarıyor.
3D seçeneğiyle karşımıza çıkan film serinin en zayıf halkası, sadece takipçilerin ilgisini çekebilecek bir yapım.
“Utanç”
New York’lu seks bağımlısı
İlk filmi “Hunger / Açlık” ile ana akım olmayan sinema dünyasının gündemini altüst eden yönetmen Steve McQueen, ikinci filmi “Utanç / Shame”de de üzerine konuşulmayı ve düşünmeyi hak eden bir filme imza atıyor.
“Açlık”ın da başrolünde bulunan Michael Fassbender’in canlandırdığı New York’lu üst düzey şirket çalışanı Brandon bir seks bağımlısıdır. Başka türden duygusal sorunları olan kız kardeşi Sissy’nin (Carey Mulligan) onu ziyarete gelmesi düzenini bozar.
“Utanç” izlemesi kolay bir film değil. Ama sorular soruyor, gözlemler yapıyor, anlatıma ciddi şekilde kafa yoruyor, çok başarılı bir ana karakter sunuyor; bitince de aklınızı meşgul etmeyi sürdürüyor.
Performansıyla Venedik Festivali’nden En İyi Erkek Oyuncu Ödülü kazanan Fassbender’in ve filmin Oscar adayı olmaması ise Akademi için bir ‘utanç’.
“Güzel Günler Göreceğiz”
Kesişen hayatlar
Hasan Tolga Pulat’ın ilk filmi “Güzel Günler Göreceğiz”, geçen yılki Antalya Film Festivali’nden En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Nesrin Cavadzade) ödülleriyle dönmüştü. Film çeşitli karakterlerin hayatlarının kesiştiği yapının bir örneği. Hapisten yeni çıkan Cumali (Buğra Gülsoy), boksör sevgilisi Ali’yle (Barış Atay) yurtdışına kaçmaya hazırlanan Figen (Feride Çetin), Rus fahişe Anna (Cavadzade) ve arıza polis İzzet’in (Uğur Polat) yolları kesişiyor.
Kuantum ve aşk
Kuantum fiziği ile ilgili çalışmalar yapan R. Şanal Günseli’nin yönettiği “Eş Ruhumun Eş Zamanı”nda Musa Uzunlar, Aylin Kabasakal ve Uğur Çavuşoğlu’nun aralarında bulunduğu isimler rol alıyor. Film rastlantılar sonucu karşılaşan bir adam ve bir kadının aşk hikayesini, kuantum fiziğini de ihmal etmeyen bir şekilde anlatıyor.